Şule Çet, 23 yaşında Gazi Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Tekstil Tasarımı bölümü 2. sınıf öğrencisi bir genç kız. Bir yandan okuyup bir yandan çalışırken, yarı zamanlı çalıştığı yerinden ayrılıyor. Bunun üzerine çalıştığı yerin ortaklarından olan Ç. A. isimli şahıs Şule'yi 'gel abicim hallederiz benim yanımda çalışırsın' diye görüşmeye çağırıyor. 28 mayıs akşamı Şule, Ç.A. ve onlara katılan 3. bir kişi ile önce bir restoranda yemek yiyorlar, sonrasında Şule'nin doğum günü olan 29 mayısa bağlanan gece 23:54'te Ç.A. ve B.Y. ile birlikte yelken plazanın 20'nci katındaki ofise geçiyorlar. O gece saat 01:48te Şule ofisten çıkıp ev arkadaşını ''beni acil bir şey varmış gibi eve çağır'' diye arıyor. Sonrasında saat 02:00’da Şule'nin attığı ''buradan çıkamıyorum, adam bana takmış. bırakmıyor” mesajı var. Saat 04:00 sularında Şule 20. kattan aşağıya düşüp ölüyor. Olay kayıtlara intihar olarak geçiyor.
Mahkeme süreci devam ediyor ve ilginç bir şekilde, sosyal medyada bazı haddini bilmezler hakim olup savcı olup genç kız hakkında hüküm veriyorlar. Bizler, yani sessiz çoğunluk ise bu olayın hakkaniyetli bir şekilde açıklığa kavuşturulmasını ve kimin ne suçu varsa gerekli cezayı ona göre almasını bekliyoruz. Bu genç kıza dil uzatanlara ve sessiz çoğunluğun vicdanına soruyorum: Genç bir kızın gece belirli bir saatten sonra dışarıda olması tecavüz edilip öldürülmesi için haklı bir sebep midir? Ya da üzerindeki elbise, ya da, ya da… Şule'nin yerine kendinizi, kardeşinizi, sevgilinizi koymanıza gerek yok. Sadece insan olmak dahi 23 yaşında tecavüze uğrayıp katledildiği, kuvvetli delillerle iddia edilen bir kadının üzüntüsünü taşımaya yeter.
Kadına şiddetin bahanesi olabilir mi? Ne sebeple olursa olsun fiziksel şiddet, cinsel saldırı, psikolojik şiddet, masumlaştırılamaz. İnsanlara kurdu kuzu diye yutturmaya çalışmadan önce, olayları vicdan terazisinden geçirmek bu noktada önem arz etmektedir. Bizler göz yumarsak, bizler sessiz kalırsak, bizler görmezden gelirsek, ne bu tür vakaların sonu gelir, ne de vicdanlarımızdaki yarayı iyileştirebiliriz. Böyle konularda ne yazık ki çoğumuz aşağıdaki hikâyede olduğu gibi davranıyoruz;
4 kişi varmış...
1. Herkes, 2. Birisi, 3. Herhangi biri, 4. Hiç kimse.
Yapılması gerekli önemli bir iş varmış ve herkes, birisinin bu işi yapacağından eminmiş. Gerçi işi herhangi biri de yapabilirmiş. AMA;
Hiç kimse yapmamış, birisi buna çok kızmış, çünkü iş, herkesin işiymiş.
Herkes, herhangi birinin bu işi yapabileceğini düşünüyormuş, ama hiç kimse, herkesin bu işi yapamayacağının farkında değilmiş.
Sonunda; Herhangi birinin yapabileceği işi, hiç kimse yapmadığı için, herkes birbirini suçlamış.
Sonuç olarak, birilerini suçlamanın bir faydası olmadığı gibi bir sonu da yok. Bu hikayede, bir de 5. Kişi var; o da “BEN”. “Ben” ne yapabilirim? Bir işin ucundan da “Ben” tutayım diyorsak, inisiyatif alıyorsak; Önemli olan budur…
Haftaya görüşmek üzere.