Sevgili okurlar, biz çocukken reçelimiz salçamız tarhanamız sütümüz yoğurdumuz hep evde hazırlanırdı. Şişe ya da damacana suya ‘hazır su’ derdik, öyle pek rağbet de edilmezdi. Evdeki çeşmelerden, mahalle ve sokaklardaki sebillerden sular içilirdi. Bu verdiğimiz örnekler türetilebilir, gerçek olan şu ki beslenme alışkanlıklarımız ciddi oranda değişti. Bunların olumsuz etkilerini de uzun vadede sağlığımız üzerinde göreceğiz.
Obezite ve buna bağlı hastalıklar bu kadar yaygınlaşmamıştı, köylerde hayat vardı, insanlar ekmeğini taştan çıkarmayı biliyorlardı. Şimdi marketler 3 gün kapansa, ülkece ciddi bir kargaşa yaşarız. Bizler hamarat Anadolu kadını ile, çalışkan Anadolu erkeği ile, üreterek yaşarken, Amerikan tarzı beslenme bize modernlik olarak yutturuldu. Biz de hiç zorlanmadan bize sunulanı benimseyip, kendi özümüzü elimizin tersiyle ittik. Şimdi zengin kesimden bazıları köy yaşantısına dönmeyi yeni bir şey keşfetmek gibi anlatıyor. Hatta bu konuyla ilgili hazırlanan belgeseller bile var. O eli hamurlu, un tarhanası öğüten neneleri, teyzeleri şimdi anladık. Meğer biz giderken onlar dönüyormuş… Köylü, toplumun bilinç altında sürekli küçümsenerek, şehirli olmanın nimetleri saymakla bitirilemeyerek bu günlere ulaştık. Şimdi nüfusumuzun büyük çoğunluğu şehirlerde yaşıyor, sebzeler hormonlu, sular mikroplu, gıdalar katkılı…
Daha kötü olanı ise, yıllar geçiyor ve bir zamanlar doğal beslenildiğini, insanların çoğu gıdayı kendi evlerinde ürettiklerini hiç bilmeyen bir nesil geldiğinde, artık her şey için çok geç olabilir. En azından şimdi, büyüklerimizden çoğu şeyi öğrenebilir ve uygulayabiliriz. Çok geç kalmış sayılmayız ne dersiniz?
Yazımızın ikinci kısmında sizlere ilginç bulduğum bir olayı aktaracağım;
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, Portekiz civarında meşhur olan lezzetli bir balık türü varmış; Morina Balığı. Bu balık oraların denizinde çok rastlanan bir türmüş, üstelik besleyici ve ucuzmuş. Asıl hikâye ise, bu balıkların Japonya’ya ithalatı sırasında başlıyor. Gemi ile haftalar süren yolculuk sonrası, havuzlardan boşaltılan canlı ve taze morina balıklarında bir sorun baş gösteriyor. Normalde eti sıkı ve lezzetli olan bu balığın, pişirildiğinde yavan bir tadı olduğunu görüyorlar. Birkaç denemede de sonuç değişmeyince, bir su ürünleri uzmanına danışıyorlar. Sonuç; Morina balığı, doğal ortamında avcı balıklar tarafından sürekli tehdit altında. Bu balıkların ithalatı sırasında konulduğu havuzlarda herhangi bir tehdit bulunmaması, uzun süre hareketsiz kalmalarına yol açıyor. Bu durum da etlerinin gevşemesine ve tatsızlaşmasına neden oluyor. Çözüm; havuzlara birkaç tane avcı yayın balığı atılıyor. Morina balıkları, sürekli korku ve hareket halinde; Japonya’ya ulaşan balıkların lezzeti ise mükemmel.
İnsanlarda biraz Morina Balıkları gibi, eğer onları uyaran, dürten, harekete geçmelerini sağlayan bir etken yoksa, tembellik daha cazip geliyor. Bu olayı dinlerken aklıma insan ilişkilerinden birçok örnek geldi. Morina balıkları ve insanlar, Ne garip!
Herkese mutlu bir hafta sonu dilerim.