Sevgili okuyucular, insanlık tarihinin her döneminde "yalan" alışkanlığının mevcut bulunduğunu ve yalancıların, en değerli kişiler olarak toplumun bir çok katmanında etkin olduğunu görürüz. Örneğin falcılar, büyücüler, kahinler… Bu durum en eski topluluklarda bile “yalan bağımlılığının” ne derece ilerlemiş olduğunu kanıtlar sanırım. İnsanlık tarihinin en eski mesleklerinden olan yalancılık, çağlar boyu kazandığı deneyimlerle günümüzde çok ileri bir seviyeye ulaştı. Birer yalan kolik haline gelen çağdaş insanın gereksinimini karşılamak üzere bu "bilim" modernize edildi. Sinemada, televizyonda modada, sağlıkta, eğitimde… Kısacası hayatın her alanında televizyonun ve internetin de yaygınlaşmasıyla beraber “yalancılık” artık altın çağını yaşıyor. Yalan söylemek, bazı insanlar için, su içmek kadar kolay gerçekleşirken, bazı insanlar içinse günlerce 'keşke' dedirten, ne kadar beyazsa, o kadar vicdanı rahatlatan, ancak ucu başkalarına zarar verecek kadar sivri ise çığ gibi büyüyen bir eylem haline geliyor. Yalan deyip geçmemek lazım, yalanlar çeşitlerine göre de ayrılıyorlar. İletişimde ortaya çıkan yalanların çeşitleri şu şekilde sıralanabilir : ‘Sosyal yalan’ (gün içerisinde gelişine söylenen yalanlar, uydurmalar), ‘Mecburi yalan’ (doğru söylemenin kendisine zararı dokunacağını düşünen birinin yalanı), ‘Planlı yalan’ (çıkar sağlamak uğruna söylenen yalan), ‘Asosyal yalan’ (bireyin kendisini toplumun dışında tutmak amacıyla söylediği yalan) ve ‘Söyletilen yalan’ (başkası tarafından baskı altında kalan birinin yalanı). Tecrübelerime dayanarak bir kimsenin “ben yalan söylemem” demesini samimi bulmadığımı belirteyim. Bu konunun tek muhatabı kişinin kendi vicdanıdır ki zaten bunu uluorta belirttiği an, bence yeni bir yalan daha söylenmiş olacaktır. Burada yalan söylemenin etik bir şey olup olmadığı üzerine bir tartışma ortaya koymak niyetinde değilim. Artık, hangi yalanların söylendiğinde normal karşılanabileceği, hangilerinin kesinlikle söylenmemesi gerektiği konusunda, yazılı olmasa bile bir toplumsal kabul oluşmaya başladığını bile düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, herkes yalancı, kimseye güvenmeyin mesajı da vermiyorum. Zira, yalan söylerken yüzünüz kızarıyorsa, anlayın ki hala yalan söyleyemiyorsunuz ve yalan söylemekten kaçınıyorsunuz. Böyle insanların hala çoğunlukta olduğuna inanıyorum. Bir komedyenin bu konudaki “yalan söyleyebilen kişi yakalanmaz, yalanı ortaya çıkan birisi yalan söyleyemediği için yakalanmıştır. O zaman biz “yalan söyleyemeyene” neden yalancı diyoruz?” tespitine katılıyorum. Yani iyi bir yalancıyı tespit etmek çok zordur. Yalan söyleyemediği halde ısrarla söylemeye çalışmak kısa vadede faydalı ve işlevsel görünse de alışkanlık yaptığında insana değer kaybettiren bir eylemdir. Her şey kötü, her yerde yalan var dünya artık yaşanılacak bir yer değil şeklindeki karamsar düşüncelere de katılmadığımı belirteyim. Hayatımızda bazı insanlar vardır; yalan söyleyemediğimiz, istesek de beceremediğimiz ve olabildiğince dürüst olduğumuz... Aynı şekilde o insanın da bize yalan söylemeyeceğini biliriz. Bu, iki insan arasında sessizce yapılan bir anlaşma gibidir. İsteseniz de söyleyemezsiniz çünkü ilişkinizin temelinin buna dayandığını bilirsiniz. Yani herkes bir şekilde yalan söyleyebilir ama herkes herkese yalan söyleyemez! Evlilikler, Dostluklar, Arkadaşlıklar, doğruluk temeline oturduğunda insana mutlu bir yaşamın da kapılarını kendiliğinden açar pek tabi ki. İnsanı yıpratan ve acı olan kısım hayatın tamamının yalan üzerine kurulması. İnsanı asıl üzen, kendisine yalan söylenmesi değil; bir daha o kişiye güvenemeyecek olmasıdır. Yani bir tavsiye olarak; değer verdiğiniz birisinin güvenini kaybetmek istemiyorsanız ona yalan söylemeyin derim. Bu hafta da bir fıkrayla yazımı sonlandırmak istiyorum; Bir gün, Nasrettin Hoca, camide bir vaaz veriyormuş. Cemaatten bir kısmının esnediğini ve bir kısmının uyukladığını fark etmiş. Bunun üzerine konuyu değiştirerek başlamış anlatmaya: -Bir sabah, Akşehir`den dışarı çıkmıştım. Çayın kenarından geçerken bir de ne göreyim! Dört ayaklı ördekler su içiyorlardı... Dört ayaklı ördek sözünü işiten cemaat, toparlanmış can kulağıyla Nasrettin Hoca`yı dinlemeye başlamış. Bunun üzerine Nasrettin Hoca: -Yahu!... Siz nasıl adamlarsınız. Deminden beri size vaaz ediyorum, uyukluyorsunuz da, kuyruklu bir yalan uydurunca hepinizin gözleri açıldı... Belki de insanlar kendilerine doğruların söylenmesinden ziyade, yalan da olsa ilgi çekici veya güzel şeyler söylenmesini seviyordur? Ne dersiniz?