Sevgili okurlar, bu hafta “doğru insan” kavramı üzerinde duracağım. Hiç ‘Karşıma doğru düzgün insanlar çıkmıyor, sonunda hep yanıldığımı fark ediyorum’, ‘arkadaştan yana- sevgiliden yana şansım yok’ ‘hep antin kuntin insanlar beni bulur’ dediniz mi? Çevremizde sıklıkla bu ve buna benzer yakınmaları duyarız. Sahi ‘doğru insan’ kime denir? Bu sorunun tek bir cevabı yok aslında. Her bireyin hayattaki doğruları, duyguları, düşünceleri farklıdır, bu sebeple birine göre doğru olan, ötekine göre de yanlışın daniskası olabilir.
Doğru insanı belirlerken çevremizin düşüncelerini harmanlayıp bir kriter oluşturduğumuzda, işin sonunda kötü tecrübelerle karşı karşıya kalabiliyoruz ki genelde de öyle yaparız. Doğru insanı ararken izlenilen yanlış yollar, bizi onun için doğru olmaktan çıkarır aslında. ‘En doğru en doğal olandır’, bunu unutursak, karşımızdakinde olmayan özellikleri arayıp bulmaya çalışırız. Her şeyi bir çırpıda anlatıp bizi anlamasını bekleriz, her şeyi bilirse mutluluklarımızı, hüzünlerimizi paylaşacağımızı, düşünürüz. Bu şekilde yapılan bir “doğru insan arayışı” zamanı ve umudu kaybettirir aslında… Çünkü doğru insanı bize getirecek olan şey; hayat içerisinde kendimizi doğrularımıza göre konumlandırdığımız bir noktada yaşamaya devam etmektir. İşte bu noktada doğru insan, bu anı içten içe bilen ve bu anı bizimle paylaşmak için emek verendir. Oysa arayış çırpınışlarından, hayatın telaşından bunu göremeyiz. Çünkü, yaptığımız hareketlerin benzerini bekleriz ilk etapta. Hakkında her şeyi hemen anlatmasını bekleriz, belki de o ketum gibi görünse de kırılmıştır zamanla... Doğru insan, biz aramadan arayan, gelirken bir bardak da bize çay getirendir. Doğru insan davranışlarında şatafat barındırmaz, yalındır. Bunu bilmek bekleme süresini kısaltır. Aramak ya da beklemek değil, aslolan bu küçük ama önemli detayları görebilmektir. Herkes için doğru insan vardır, önemli olan bir insanın yanınızdayken takındığı tavır ve davranışlarındaki inceliği anlayabilmektir.
Bu noktada, “Boş kayık” hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum;
Genç bir çiftçi kayığıyla nehirde akıntıya karşı kürek çekerken kan ter içinde yorgun bir vaziyetteymiş. Yetiştirdiği meyveleri köye götürmeye çalışıyormuş. Hava çok sıcak olduğundan, bir an evvel teslimatını yapıp karanlık basmadan evine dönmek istiyormuş. İleriye baktığında kendi teknesine doğru hızla yaklaşan bir kayık görmüş. Onun da kendisini gördüğünü varsayıp yolunu değiştireceğini düşünmüş . “Yönünü değiştir! Bana çarpacaksın!” diye bağırmış. Ama kayıkta bir değişiklik olmamış ve sonunda ona gelip çarpmış. “Geri zekâlı!” diye bağırmış çiftçi. “Bu koca nehirde gelip benim kayığıma çarpmayı nasıl başardın?” Kayığa öfkeli bir şekilde bakarken içinde kimsenin olmadığını görmüş. Halatından koparak akıntıya kapılan boş bir kayığa bağırdığını fark etmiş...
Hayat da böyledir, dümeni başka birinin tuttuğunu düşündüğümüz zaman farklı davranırız. Başımıza gelenlerin suçunu o düşüncesiz, duyarsız insanlara atabiliriz. Bu şekilde öfkelenmeye, öfkemizi eyleme vurmaya, suçlu aramaya ve kurban rolünü oynamaya hakkımız olur. Kayığın boş olduğunu görünce daha sakin davranırız. Suçlayacak bir günah keçisi olmayınca kızamayız. Çünkü o kayık genellikle boştur. Biz de çoğu zaman boş bir kayığa bağırırız. Boş bir kayık bilerek bize çarpmadığı gibi hayatımızı yersiz işgal eden insanların niyeti de bize çarpmak değildir aslında... Yolları bizimle aynı ya da bize uygun değildir sadece. Bizi ilgilendiren kendi yolumuz- yolculuğumuz olmalıdır.
Haftaya görüşmek üzere…