Sevgili okurlar, bu sene de Kurban Bayramını acısıyla tatlısıyla geçirdik. Eş dost akraba görüldü, eski günler yâd edildi. Hazırlanan birbirinden güzel ikramlıkların tadına bakıldı. Beğenilenlerin tarifleri alındı. Büyükler sayıldı, küçükler sevildi. Büyükler sayılmaktan memnun olsa da, küçükler teknolojiyle ve internetle aralarına mesafe koymak zorunda kalmaları sebebiyle biraz asık suratlıydı sanki. Ama konumuz bu değil, mutlu bir bayramın arkasından güzel şeylerin altı çizilmeli, öyle değil mi?
Hatırlamak ve hatırlanmak her insan için değerlidir. Tarihe baktığımızda, iz bırakan insanların çoğunun derdi, dünya sahnesinde varoluşunu ispatlama-unutulmama çabasıdır aslında. Sıradan hayat yaşayan, biz normal insanlar için, dünyayı ele geçirmek, dünyayı değiştirmek gibi hayalî düşünceler değil de, sevdikleri tarafından unutulmamak; hatırlanmak, uzun zamandır görmediği bir yüzü görmek, duymadığı bir sesi duymak, bütün meselemiz işte bu. Bayramların en güzel taraflarından biri de, toplum tarafından duygulara nakşedilmiş olan, küslerin barışması gerektiğine olan inançtır. İnanan insanlar, bu doğrultuda hareket etmek durumundadır. Sonuçta üç günlük dünya değil mi? İleride, ne için küstüğünü bile hatırlamayıp utanacağın bir durum sebebiyle gönül kırmaktansa, yüce gönüllülük gösterip affetmek ve unutmak; işte bayramlar insana bu fırsatı da sunan maneviyat dolu zamanlardır aslında. Bayramın arkasından bize kalan, bu tür hırs yüklerimizden kurtulmanın hafifliği ve sevdiklerimizle birlikte geçirdiğimiz anılara yenilerinin eklenmesinin verdiği mutluluktur esasında.
Sizlerle paylaşacağım iki küs kardeşin hikâyesi ile yazının manasını daha güçlü bir şekilde bulacağını düşünüyorum.
Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş varmış. Günlerden bir gün, bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş göstermiş. Birbirlerine kötü sözler söyleyip düşman olmuşlar. Küçük kardeş, çiftliklerinin arasını kepçe ile kazdırarak arasından su geçirmiş. Arada küçük bir dere oluşturmuş. Bu duruma sinirlenen ağabeyi, kardeşinin yaptığından daha büyük ne yapacağını düşünürken kapısı çalmış, kapıya çıktığında bir usta, gündelik olarak çalıştığını ve çiftliğinde kendisinin yapabileceği bir iş olup olmadığını sormuş. Büyük kardeşin aklına o anda bir şey gelmiş ve ustadan kendi arazisinin sınırına, kardeşinin arazisini göremeyeceği büyüklükte bir duvar örmesini istemiş. Usta, hangi malzemeden istediyse de harfiyen almış. Büyük kardeş, kasabada işleri olduğunu söyleyerek çiftlikten ayrılmış. Geri döndüğünde gördüğü manzara karşısında, gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacakmış. Söylene söylene ustanın yanına doğru yol almış. Çünkü usta, büyük ağabeyin istediğinin aksine, küçük kardeşin çiftliklerin arasına yaptırdığı derenin üzerine çok sağlam bir köprü inşa etmiş. Büyük kardeş, tam ustayı haşlayacakken, küçük kardeşinin köprünün üzerinden göz yaşları içerisinde kendisine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Küçük kardeş “Ağabey, ben seninle arama bu dereyi yaptırdım ama sen ne büyük gönüllüymüşsün, beni ne kadar seviyormuşsun ki bana kıyamadın üzerine bu köprüyü yaptırdın. Ben hatamı anladım ver elini öpeyim barışalım” deyince ağabeyinin de gözleri dolmuş kucaklaşıp barışmışlar. Usta eşyalarını toplayıp giderken büyük kardeş “dur gitme sana verecek işlerim var” dese de usta “benim buradaki işim bitti beyim, yeni köprüler yapmam gerek” diyerek oradan ayrılmış.
Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç eksik olmasın, Köprüleri kurduktan sonra da, yıkılmaması için sık sık bakımını yapın, yani sevdiklerinize zaman ayırın, o köprü yoluyla sık sık gönüllerini ziyaret edin. Haftaya görüşmek üzere.