Değerli okuyucular, bu hafta hepimizin farkında olmadan mutlu olmak amacıyla yaptığı şeyler ve gerçek mutluluk üzerine değerlendirmelerde bulunacağım. ‘Parayla saadet olmaz’ sözünü duymayanımız yoktur herhalde. Bu durum gerçekten böyle midir? Para; sevgiyi, dostluğu, aile hayatının zevklerini, sıkıntıdaki bir komşumuza yardım etmenin ya da sevdiklerimizle ilgilenmenin verdiği hazzı satın alabilir mi? Araştırmalar, insan mutluluğu için önemli şeylerin yaklaşık yarısının hiçbir fiyatı olmadığını ve mağazalardan satın alınamayacağını gösteriyor. Bu durum Gayrı Safi Milli Hasılası on binlerce dolar olan ülkelerdeki insanların, neden mutsuz olduğunu açıklıyor. Bu konulara değinme sebebim, hayatımızdaki öncelikleri tekrar gözden geçirmemiz aslında. ‘’Mutluluğun mu paranın mı peşinden koşuyoruz’’, bunu vurgulamak. Para bir araçtır, dikkatli olmazsak amacımız haline gelir. Bu da bizi çok parası olan bir insan yapar, fakat mutlu bir insan yapmaz.

Bir diğer bağlantılı konumuz, mesela ‘’bekleme’’nin kirli bir kelime haline geldiği bir çağda yaşıyoruz. Giderek herhangi bir şey için bekleme zorunluluğunu yitirdik ve yeni favori sıfatımız ‘’hemen’’ oldu. Artık bir çorbayı pişirmek için 20 dakika bile ayırmıyoruz, bu yüzden zaman kazandırıcı, 5 dakikada pişen hazır çorbalar üretildi. İlişkilerimizde de durum böyle, doğru insanın karşımıza çıkmasını bekleyerek canımızı sıkamayız, bu yüzden flörtlere hız veriliyor. Hastanelerde de durum keza öyle, bekleme cümlesinin geçmesi bile sinir krizlerine sebep olabiliyor. Hayat bir sunum olarak değerlendirilirse, sunulan her şey, onu sunanın öyle ya da böyle bir özveride bulunmasını gerektirir ve mutluluğu artıran kısım da, bu özverinin bilincinde olunmasıdır. Beklemek beklenene verilen değerin bir şekilde ifade edilmesidir aslında.

İnsan, başına büyük bir olay geldiğinde, bir kaza bir hastalık geçirdiğinde ya da bir kayıp yaşadığında değerli olan şeyleri görme eğilimindedir. Çoğumuz, günlük hayatın rutini içerisinde asıl önemli olan şeyleri göz ardı edip, hayatımızın minicik bir bölümünü kapsayan durumları hayati bir öneme sahip olarak görme eğilimindeyiz. Örneğin, hayat akıp giderken o lüks çizme, o ultra lüks araba, o muhteşem ev hayallerimizi süsler. Kuaförde ya da sosyal medyada harcanan zaman kadar ailecek oturup bir muhabbet edilmez, oyunlar oynanmaz. Özel okullarda okuyan, özel bakıcıları olan, özel servislerle ulaşımı sağlanan, son model telefon sahibi, harçlığı dolgun çocuklar neden sorun çıkarıyor peki? Neden mutsuz? Acaba anne ve baba sevgisinden, ilgisinden mahrum kalmış, kendisini köksüz, bağsız, sevgisiz, tek başına hissetmiş olabilir mi? Ebeveynler biz her şeyi çocuğumuz için yaptık diye kendilerini savunurlar ancak, yazının genelinde de vurguladığımız gibi sadece parayla olmuyor bu işler. Ne diyordu Türkan Şoray Selvi Boylum Al Yazmalım’da, ‘’Sevgi neydi?’’ ‘’Sevgi Emekti’’… Burada çocuktan bir örnek verdik ama bu durum değer verdiğimiz herkes ve her şey için geçerli tabi ki..

Demlenmemiş çay, nasıl içene keyif vermezse, demlenmemiş mutluluklarda yaşayana bir haz vermez. Çayı güzel yapan, önce suyunu kaynatmak, sonra usul usul demlenmesini beklemektir. Bir bardak çayın, bu kadar insanı mutlu etme sebebi belki de budur, ne dersiniz?