Sevgili okurlar, 2019 yılı bizleri uzun zamandır görülmemiş bir soğukla karşıladı ve şöyle böyle derken 12 gün geride kaldı bile. Kapalı havalar içimizi bunaltsa da, biz kendimizi “Aşık Daimi” misali ‘Ne de olsa kışın sonu bahardır’ diye teselli etmeye devam edelim.
Bunalma demişken, bu aralar Ruh Sağlığı Yasası çıkarılması gündemde. Psikolojik rahatsızlıklara etkin bir çözüm üretme yolunda önemli bir adım. Ülkemizde psikiyatrik ilaç kullanımı hızla artarken, bu durumun sebebi tabi ki havalar değil. Bu durum, ‘Modern Dünya’ dediğimiz yaşantı biçiminden mütevellit ortaya çıkan stresin, topraktan uzak kalmanın, beton yığınlarının içinde yaşamanın bir bedeli gibi geliyor bana. Nasıl mı? Burayı biraz daha açalım öyleyse. Mahalle kültürünün olduğu zamanlarda, insanlar; düzayak, toprağa yakın, üst alt değil de, ‘yan bahçe komşularının’ olduğu evlerde yaşardı. Şimdi 60-70 belki 100 daireli apartmanlarda – sitelerde, kimsenin kimseyi tanımadığı, yan dairede oturanlardan bihaber bir şekilde yaşanıyor hayatlar. Kapı önü minderli dedikodular da, akşam oturmasında içilen çaylar, yenen meyveler, çocukların cıvıltıları da yerini cep telefonu, tablet, bilgisayar ve televizyona bıraktı desek abartmış olmayız herhalde. Velhasıl, insan insana ilaç gibi olmazsa, derdine derman olmazsa, destek vermezse, elinden tutmazsa, elini uzatmazsa hayat da zor, ayakta durmak da zor sevgili okurlar. Cep telefonu bizim derdimizi dinlemez, tablet gözlerimizin içine bakıp ‘bu da geçer ya hu, sıkma canını’ demez. Toprağa dokunmadan, bir beton yığınından diğer beton yığınına koştururken, stres de içimize öylece oturur kalır tabi ki. Halk arasında, elektrik çarpması gibi, dokunduğu yerde çatır çutur ses çıkaran, enerjiyle dolmuş insanların, çıplak ayakla toprakta yürümesinin bu duruma çare olacağı bilinir. Yani toprak, üzerimizdeki fazla elektriği çeker alır, stres de bir nevi negatif elektriktir, o zaman topraktan uzakta nasıl olacak bu işler? Değil mi? Aşık Veysel’de zamanında ‘ benim sadık yarim, kara topraktır’ dememiş miydi? İnsan’ı denize atsanız size geri verir, havaya atsanız aşağıya bırakıverir, yine de sonunda bizi kucaklayacak olan topraktır. Toprak ve insan bir bütünün vazgeçilemez parçalarıdır. İnsanoğlu var olduğundan beri toprakla haşır neşir olmuş ve gücünü topraktan almıştır. Belki de ona sırt çevirdiğimizden ruhumuz daha çok arıza veriyordur? Ne dersiniz?
İnsan insanın ilacıdır derken de; halden anlayan, varlığı yokluğu, gurbeti, hasreti, aşkı bilen gönül insanlarından bahsediyorum tabi ki. Yoksa, kendinden başka kimseye faydası olmayan, gönlü fakir insanın olacağı ilaç da şöyle uzak dursun. Öylelerinden olsa olsa gönüllere zehir olur. Keramet insan sıfatında olmak değil, insan sıfatının içini doldurabilmektir nihayetinde. Allah, sözde ilaç gibi olanlardan cümlemizi korusun! Cümlemize, bizi anlayan, dinleyen, dertlerimize derman olan, insana ilaç gibi olan, ilaç gibi gelen kardeşler, dostlar, arkadaşlar ve akrabalar nasip etsin.
Sözün özü, bir toprağa sıkı sarılın bir de yüreği güzel insanlara. Dertlerimizin çözümünün sihirli bir formülü yok. Basit düşünüp, fıtratımıza uygun yaşamak en yararlı reçete. Havalar mı bozuk? Düzelir. İşler mi bozuk? Düzelir. İnsan bir kere bozuldu mu, en zoru odur.
Haftaya görüşmek üzere…