Sevgili okurlar, bu hafta ekonomi konusunu ele alacağız. Bilen bilmeyen herkesin ekonomi ile ilgili bir görüşü mutlaka vardır. Öğrenim hayatım içerisinde, 4 yıllık iktisat eğitimi almış ve ekonomist payesi almaya hak kazanmış olmam sebebiyle, birkaç satır görüş bildirmem herhalde garipsenmeyecektir.
Ülkemiz her ortamda ifade edildiği gibi “gelişmekte olan” bir ülke. Peki bu ne demek? Gelişmiş ülkeler var, bunlar kalantor, mekanın sahibi, kapitalist sistemin ağababaları. Gelişmeye niyeti olmayan ülkeler var, bunlar da yarı aç yarı tok, yalın ayak başı kabak, kabile sistemiyle devam edenler. Bir de bizim de içerisinde bulunduğumuz, oyunu kalantorların kuralına göre oynamak zorunda kalmış, dişinden tırnağından artırıp, bir şeyler yapmaya çalışanlar; gelişmekte olan ülkeler. Şimdi bir futbol maçı oynandığını düşünün, deplasmandasınız. Seyirci ve saha avantajı onlarda, hakemi satın almışlar, rakip futbolcularının hepsi dopingli. Nasıl kazanacağız? Onların dediklerini yapmayarak, üretme dediklerini üreterek, durdur dediklerini çalıştırarak. Kendi imkanlarımızı sonuna kadar zorlayarak. Onların kurallarını ve düzenlerini reddederek. Yani onların oyununa gelmeyerek.
Şimdi gelelim bu dolar meselesine. 2.Dünya Savaşından itibaren ABD, kesin bir egemenlik sağladığı küresel ekonomide tabiri caizse yıllardır “atını koşturuyor”. Dünyanın her yerinde ticaret, malum ülkenin malum para birimi üzerinden yapılıyor. Alandan da kazanıyor, satandan da kazanıyor. Ama yetmiyor! Bir yerde petrol, doğalgaz, sömürülecek kaynak mı var? Hemen oraya özgürlük getiriyorlar. Gel gelelim ki, günümüz dünyasında, küresel ekonomik ve siyasal konjonktürde işler değişiyor. Bazı ülkeler, bu çakma kovboylara “hop bilader, o işler öyle olmaz gari” diyorlar. Çin, dev ekonomisiyle ABD’ye rakip olurken, Rusya stratejik hamlelerle yine ABD’yi zor durumların içerisine sürüklüyor.AB içerisindeki dinamo ülke Almanya’da da bu düzene karşı mırıldanmalar, homurdanmalar baş gösteriyor. Yani Küresel bir itiş kakış söz konusu. Dünyanın kutbu sayılan ABD, ufukta görünen olası kutup değişimlerinden dolayı gergin ve saldıracak yer arıyor. Hani atalarımızın güzel bir sözü vardır “ eceli gelen köpek cami duvarına siyermiş ” o misal.
Biz millet olarak misafiri-paylaşmayı severiz, iyiyizdir hoşuzdur. Ancak “yat deyince yatacak, kalk deyince kalkacak” bir yapımız tarih boyunca olmamıştır, olmayacaktır da. Donald T. istiyor ki, biz de Ortadoğu’daki, Avrupa’daki sağdaki soldaki bazı sözde milletler gibi, gocuklu celep sopasını kaldırınca hemen hizaya geçelim. Sonuçta ne oldu? Biz de “ o işler öyle olmuyor Coni, yettiniz bittiniz gari” dedik. Bunu demeyle işler çözülmüyor tabi ki, rızkı veren Hüda’dır biz buna iman etmiş bir milletiz. Çalışmadan çabalamadan da rızık artmaz, biz gayretimizi ortaya koyacağız gerisini Allah’a havale edeceğiz. Bilimde, tarımda, sanayide, eğitimde, geleceğimizi kurtaracak atılımları ortaya koymamız gerekiyor. Yani bu noktada onların ne istediği değil, bizim ne yapacağımız hayati öneme sahip.
Konu ile bağlantılı güzel bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almış. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak olmuş. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse, onun çiftliğinde çalışmak istemiyormuş. Müracaatçıların hepsi, çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlarmış. Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etmiş. Adamın haline bakıp ‘çiftlik işlerinden anlar mısın?’ diye sormadan edememiş çiftlik sahibi. ‘Sayılır’ demiş adam, ‘fırtına çıktığında uyuyabilirim’. Çiftçi bu ilgisiz sözü biraz düşünmüş, sonra boş verip çaresizlikten adamı işe almış. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatlamış. Ta ki o fırtınaya kadar: Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyanmış. Öyle ki, bina çatırdıyormuş. Yatağından fırlamış, adamın odasına koşmuş: ‘Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.’ Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldanmış: ‘Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.’ Çiftçi adamın rahatlığı karşısında neredeyse çıldıracakmış. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olsa da, şimdi fırtınaya bir çare bulmam gerekiyor diye geçirmiş içinden. Dışarı çıkmış, saman balyalarına koşmuş: Bir de ne görsün! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmış vaziyetteymiş. Ahıra koşmuş. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı sağlamlaştırılmış ve desteklenmiş. Tekrar evine yönelince; evin kepenklerinin tamamının kapatılmış olduğunu görmüş. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına dönmüş, yatağına yatmış. Fırtına uğuldamaya devam ediyormuş. Gülümsemiş ve gözlerini kapatırken mırıldanmış: ‘Fırtına çıktığında uyuyabilirim’
Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), manen (dua), maddeten (tedbir) hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Bu durum Devletler ve Milletler için de geçerlidir.
Haftaya görüşmek üzere.