Sevgili okuyucular, bu hafta acımızı, sevincimizi, hüznümüzü, umudumuzu mısralara döktüğümüz türkülerimiz üzerine bir şeyler yazmak istedim. Türkü nedir? “Yahu türkü türküdür’’ dediğinizi duyar gibiyim. Efendim türkü; Türkiye'nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirlerinin her çeşidine verilen addır. Konu güzel olunca neresinden başlasam diye de düşünüyor insan. Madem “Türkü’’ dedik, Neşet Ertaş’tan başlayalım o vakit. Neşet Ertaş, filozof değildir, ünlü bir düşünür, bilim adamı falan da değildir… Kendisi Anadolu’nun bağrında pişmiş, yüreği yanık bir bozkır çocuğudur. Biz sevenlerinin tabiriyle “Bozkırın Tezenesidir”. Anadolu medeniyeti ne kadar zengin bir medeniyettir ki, “cahildim dünyanın rengine kandım” dedirtmiştir bu evladına. Giden sevgilinin ardından “Bilemedim gıymatını gadrini, hata benim günah benim suç benim” diyecek yüce gönüllülüğe, o derin manaya sahip bir delikanlıdır o. Kadınların toplumundaki önemi konusunda sayfalarca konuşulsa yetmez belki ama Bozkırın Tezenesi çıkıp ‘’kadınlar insandır biz insanoğlu’’ der ve tek cümleyle bitirir işi! Âşık Veysel mesela, anlatmaya kalksak ne kelimeler yeter ne de anlatacak söz bulabiliriz. Âşık Veysel’e göre doğa Allah’ın insanlara verdiği en güzel hediyedir. Toprak, hayat kaynağıdır. Tüm canlılar topraktan meydana gelir. Ölünce de yine toprağa döner. Büyük usta der ki, “Bayramlarda düğünlerde, Toplantıda yığınlarda, Sıkılınca dar günlerde, Türk’üz türkü çağırırız.” Bu gözleri kapalı, gönül gözü ardına kadar açık adam Anadolu’nun dile gelişi değildi de neydi. Bu iki üstadın özelinde, asıl gelmek istediğim noktaya değinmek istiyorum. Neden yeni türküler üretemiyoruz? O güzel sözleri yazdıran ruh nerede şimdi? Anadolu insanı özünden uzaklaştıkça sözünden de uzaklaşıyor mu? Bu soruların cevabını siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.
Her yöremizin kendine has söyleyiş tarzıyla dile getirdiği türkülerimiz bulunmaktadır. Kimisinde gurbet özlemi, kimisinde sevdiğinden ayrı düşmenin hüznü, kimisinde güzel günlerin neşesi işlenir yüreklere. Bu konuda birkaç örnek verdiğimizde, durumu daha net açıklamış olacağımızı düşünüyorum. Mesela herkesin bildiği “hastane önünde incir ağacı” türküsünün hikâyesi şöyledir: Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç, askerde verem illetine yakalanır. Hava değişimi olarak memleketi Yozgat'a (Akdağmadeni) gönderilir. Sözlüsünün ailesi, hasta düşen gence kızlarını göstermek istemez, bu evlilik işinden de cayarlar. Genç, tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla kaleminden şu sözler dökülmeye başlar: Hastane önünde incir ağacı, Doktor bulamadı bana ilacı... Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hastanede ölür. Ailesi fakirlikten cenazesini Yozgat'a getiremez. Naaşı İstanbul'da defnedilir... Bitlis’te beş minare türküsün hikâyesi ise şu şekildedir: Bitlis, birinci dünya savaşından önce nüfusu otuz bin olan canlı, cıvıl cıvıl bir şehirdir. Lakin savaş nedeniyle insanların bir kısmı şehit olur, bir kısmı da doğdukları toprakları terk eyleyerek göç eder. Bu güzel şehrin nüfusu, üç bine düşer. Akabinde çıkan Kurtuluş Savaşı’nda baba ile oğlu halen cephededir. Uzun süren savaşlar biter, baba ile oğul memleketleri Bitlis’e dönerler. Bitlis’i gören bir tepede baba heyecandan mıdır yoksa yorgunluktan mıdır bilinmez çok sevdiği memleketine bakamaz ve oğluna sorar: “Oğul! Bitlis’ten geriye ne kalmış?” Oğul cevaplar: ”Baba Bitlis’te beş minare kalmış başka da bir şey kalmamış”. Yüreği yanan baba, başlar türküye…”Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel...”
Türkülerimiz şu sıralar popüler kültürün kıskacında can çekişse de özümüzü anlatan sözlerimizdir. Ne kadar zengin bir coğrafyanın çocukları olduğumuzun ispatıdır türkülerimiz. Türküler susarsa Anadolu dilsiz kalır. Neşet Ertaş’ın ve daha nice türkü dostu üstatların borç içinde bu dünyadan göçüp gittiği ülkemizde bazı sanatçıların(!) milyonlarla oynaması, şatafatlı hayatlar yaşaması samimiyetle söylüyorum ki çok üzücü... Değerlerimize sahip çıkma konusunda daha duyarlı olmamız gerekiyor sanırım. Başka kültürlerin ürünlerini sanat diye alıp, türkülerimizi yavan görmenin moda olduğu bu zamanlarda daha yüksek sesle söyleyelim türkülerimizi, zira onlar bizim can özümüzdür. Bütün okuyuculara sevgi ve saygılarımı sunarım. Haftaya görüşmek üzere…