Başarıyı takdir etmek bir erdem midir? Tabi ki evet. Herkes bu erdeme sahip olamıyor maalesef. Ben yapamıyorsam kimse yapamasın diye düşünenler arttıkça toplum da genel olarak başarısız oluyor haliyle. Başarı dediğimiz şey, gökten yağarak kendiliğinden kucağımıza kadar düşmüyor, sadece ve sadece çok çalışarak ortaya çıkabilecek bir şey olduğundan bu kadar değerlidir zaten. Çok çalışkan bir insanın, taşlanmak yerine alkışlanması gerekir normalde. Başarılı bir insanın o duruma gelene kadar ne zorluklar yaşandığı, ne mücadeleler verdiği ve ne emekler harcadığı ne yazık ki kıskananlarının akıllarına bile gelmiyor. Hikaye genelde şöyledir; Kıskanan, başarılı olan kişinin yerinde olmak ister. Bir hırsla çalışmaya başlar ama sonrasında zor geldiği için pes eder. İşte, pes ettiği o ilk saniyeden itibaren daha çok kıskanır başarılı kişiyi çünkü onun gibi olamayacağını bilir. Hayatta gözlemlediğim önemli şeylerden biri de kıskançlık hastalığına kapılmayan insanların günlük hayatlarında hep mutlu oldukları gerçeğidir.
Madem bu konulara girdik, sizlere Yengeç Sepeti Sendromu hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. Özetle “yükselen kişiyi aşağıya çekme sendromu”da denir… Çıkış noktası: Sepete konulan bir yengeç sepetten rahatlıkla çıkabilirken, yengeç sayısı artınca sepetten çıkmak isteyen yengeçler diğer yengeçler tarafından aşağıya çekilir, böylece sepetten hiçbir yengeç çıkamaz. İki ve daha fazla yengeci sepete atan kişi, onların dışarı çıkamayacağını bilir. Bu yüzden yengeç sepetlerinin kapağı yoktur!
Unutmamamız gereken bir geçek var ki, herkes kendisine yakışanı yapıyor aslında. “Düştüğü yerden kalkmasını bilen, hedefine odaklanan, emek veren, çabalayan herkesin başarısını takdir ediyorum” diyebiliyorsanız; Ne mutlu size!
Güzel bir kıssadan hisse ile bitirelim o vakit, bu haftayı da;
Eski zamanların birinde, adamın birisinin eşeği yolda çamura batmış. Balçık haline gelmiş olan çukurdan eşeğini bir türlü çıkaramayan adam, kalabalığın ortasında öfkeyle hem eşeğe hem Padişaha sövmeye başlamış. Tam o sırada tesadüfen oradan geçmekte olan, vefakar, çalışkan, merhametli, milletine hizmetkar olmuş Padişah, adamın söylediklerini duymuş. Maiyetindekiler hemen, Padişaha küfreden kişinin kellesinin vurulması gerektiğini söyleseler de Padişah onlara kulak asmamış, içinden; “Ne ister ki benden? Ben mi batırdım eşeğini çamura? Hele bir soralım” demiş.
Adamı getirmişler padişahın huzuruna, demişler: “Anlat bakalım, nedir bu celalli halin? Ne diye küfredersin milletine hizmet için ömrünü vermiş, cefakar ve vefakar Hükümdarımıza?”. Adam korkmuş, sıkılmış, kapanmış Padişahın eteğine, af dilemiş çaresizce. Görenler iç geçirmişler haline, demişler: “Yakındır kellesine veda etmeye”. Ama öyle olmamış, Padişah, bekledikleri gibi “vurun!” dememiş kellesini, üstelik affetmiş bu karşısında düştüğü hale acıdığı adamı. Şaşırmışlar görenler. -Ortalık yerde, haksız edilen bu kadar küfre rağmen, nasıl oldu da affetti?- diye meraklanmışlar. Önce sormuşlar adama: Niye küfür ediyordun ki Padişaha? Adam cevaplamış: Herkes onu sever, ona saygı duyar, o ne yaparsa güzel olur derler.. Bense bir eşeği güdemedim, beceriksizliğime kılıf aradım, hırsıma yenik düştüm… Zira ben o anda kendime yakışanı yapıyormuşum meğer diye de eklemiş. Peki demişler, Nasıl oldu? Ne dedin de affetti Padişah seni? O ‘da benim yaptığımın aynısını yaptı demiş utanarak… Yani? Yani O da kendisine yakışanı yaptı…