Sevgili okuyucular, bu hafta için ne yazacağımı uzun uzun düşündüm. İçimden yazmak da gelmedi açıkçası. Nedeni de hepinizin bildiği gibi bu hafta Alanya’ya şehit ateşi düştü… Gündem bu olunca söylenecek söz kalmıyor. Anaların gözlerinde, babaların omuzlarında, evlatların habersiz bakışlarında kahroluyoruz… Düşman birlik olmuş, her yerden saldırırken sabır taşımız da çatlıyor haliyle. “Yahu bu millet size ne etti?” diye haykırası geliyor insanın. Bu milletin 600 yıl hüküm sürdüğü topraklarda çatır çatır İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi diller konuşuluyor ama tek kelime Türkçe-Osmanlıca bilen yok, hiçbir zaman da olmadı… Aradan geçen 150 yılda eskiden Osmanlı himayesinde bulunan bölgelerdeki hem beşeri hem fiziki kaynakları sömüren; taş üstünde taş bırakmayan emperyalist sömürgeci devletler, bir eli yağda bir eli balda yaşıyor. Peki nasıl yapıyorlar bunu?
Cevap; Mankurtların sayesinde…
Eski Türk, Kazak, Kırgız destanlarından edinilen bilgi ve Orta Asya Mitlerine göre "Mankurta dönüştürme", o dönemin Orta Asya halkları arasında çok yaygın bir işkence ve zihin kontrol yöntemiydi. Kişinin kafası (saçları) iyice kazınır, kafasına devenin boyun derisi iyice gerdirilerek geçirilirdi. Kafasında deve derisi bulunan “Mankurt adayı”, sıcak çölde güneş altında birkaç gün bırakılırdı. Sıcağın da etkisiyle deve derisi büzülür ve kafaya iyice yapışırdı. Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar da yeniden uzamaya başlar fakat deri kafaya o kadar sıkı yapışır ki zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve saçlar deriyi delip uzamaya devam edemez... Bu nedenle saçlar vücudun dışına doğru değil de kafanın içine doğru uzamaya başlar. Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip beyne doğru ilerlemesiyle “mankurt” büyük acılar çeker. Bu acılara dayanamayan mankurt bir müddet sonra kendini kaybeder, özünden kopar, kuklaya döner. Hafızasını yitirir, anne-babasını dahi tanımaz... Aklını çalıştırıp düşünemez hale gelir. Bu nedenle sahibi ne söylerse ona itaat eder.
Bizim ülkemize de itinayla yerleştirdikleri, besledikleri mankurtları var bu efendilerin. Sahibi yap desin, anasını babasını tanımaz, keser. Bu milletin ekmeğini yiyip suyunu içip sonra da insanlıktan çıkıp aklını, iradesini başkasına veren aşağılık mahlukatlara ne diyelim? Hain diyoruz ama bu şuursuzların kendi faydasına bir şey yok ki burada. Bunları mankurtlaştıran ağababaları kaymağını yiyor; bunlar da sırası gelince koşa koşa gelip geberiyorlar... Bir insan düşünün ki doğup büyüdüğü, yaşadığı topluma yabancı. O toplumun bütün değerlerini elinin tersiyle itmiş ve ne için mücadele ettiğinden haberi yok! Siz bu millet için gönül yorgunluğundan başka bir şey değilsiniz artık. Hepinizden bıktık. Daha açık ve anlayacağınız dilden söylemek gerekirse “yettiniz gari be”!
Son olarak şunu söylemek istiyorum tarihe baktığımızda Türk milleti, bedelini ödemediği hiçbir kazanımı olmayan; her varlığını tırnaklarıyla kazıyarak elde etmiş necip bir millettir… Mankurtlara sözüm yok (ne desek beyinlerine ulaşmıyor onu anladık) ama akıl hocalarına sesleniyorum:
“Bin yıldır deniyorsunuz, bin yıldır yeniliyorsunuz, yine deneyin yine YENİLİN…”