Sevgili okurlar, bu hafta yıllardır gözlemlediğim bir durumu sizlerle paylaşmak istiyorum. “Biz çocukken toz toprak içinde büyüdük, arkadaşlarımızla oyunlar oynayarak yetiştik” sözünü hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. 90’larda doğanlar dahil herkes, o eski günlerin çocukluğunu özlem ve övgüyle anlatır, şimdiki çocukların ev kuşu olduğundan dem vururlar. Bu tür ifadeler sadece çocukluk için değil, komple eski zamanlar için de kullanılır tabi ki. Yer yer eski komşulukların, insan ilişkilerinin, kaybolduğundan dem vurulur. Bu “eskiden..” muhabbetinin nedeni de, köyden kente göç etmiş insanların toprağından kökünden kopmasının getirdiği gerçeklerle yüzleşmesinden başka bir şey değildir aslında. Bir nevi, bireyselleşmiş kentli yaşama geçme sancılarıdır. Haklı olunan bir nokta var ki; bu kültürde akrabalık, dostluk, sevdalık, komşuluk biz çok istesek de, özlesek de eskisi gibi olamayacaktır.

 Madem o günler güzeldi, her şey muhteşemdi, o zaman neden kendi elimizle bu günlere geldik?  Benim bu konuda bir tezim var, olay şudur ki; daha önce de tekinsiz insanlar etrafta kol geziyordu, sokaklar tamamen güvenli değildi, insanların sorunları vardı ancak teknoloji bu kadar gelişmediğinden, her yerde kamera olmadığından ve toplumsal bilinç tam olarak oluşmadığından (hâlâ oluştuğu da şüpheli) , mevzunun ciddiyetinden haberdar değildik, bu yüzden de sokakta rahat rahat çocukluğumuzu yaşadık. Kötü insanlarla ve olaylarla karşılaşan bazılarımız hariç! Tabi bir de yoğunluğun az olduğu, insanların birbirini tanıdığı küçük yerleşim yerlerindeki bu avantaj da göç ve nüfus artışı ile ortadan kalkınca, yandı gülüm keten helva…

O zaman, biz ne zaman- nasıl huzura ereceğiz arkadaş? Bu noktada “Bilmemek mutluluktur” diye düşünenlerin hakkını vermek mi gerekiyor? Bence ikisi de değil. Bilmediğimiz bir şeye karşı önlem alamayız. Örnek olarak; “Ben kanser hastalığı falan anlamam, hayatıma bakarım bana ne ” diyebiliyor muyuz? Tabi ki hayır! Buradaki mevzu insanların gerçeklerden kaçma yaklaşımlarında yatıyor aslında. Hiç kimse hayatın gerçekleriyle yüzleşmek istemiyor. Başını ağrıtmak istemiyor. Dünyadaki çoğunluk “Yaşayıp geçelim işte, fazla kurcalamayalım” diye düşünüyor. Dünyadaki çözümsüz sorunların başlıca nedeni de bence bu. Sosyal sorunlar hayatın gerçekleridir, biz onları görmediğimizde duymadığımızda kendiliğinden yok olmazlar. Halının altına süpürülseler de oradadırlar. Gerçeklerle uyanmaktansa, masallarla uyumayı tercih ettikçe de, bu düzen böyle gidecek gibi… Bu noktada “Kuyudan Çıkan Gerçek” hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum;

19. yüzyıl efsanesine göre, GERÇEK ve YALAN bir gün buluşmuşlar. O gün YALAN bir garip haldeymiş " bugün hava çok güzel” diye doğruyu söylemiş YALAN. GERÇEK, ona şaşkınlıkla bakmış ve gözlerini gökyüzüne kaldırmış. Gün, gerçekten de çok güzelmiş… YALAN’ın doğru söylemesine anlam verememiş. Bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte zaman geçirmişler. YALAN bu süreçte hep doğru söylemiş. Suyun yanına geldiklerinde YALAN ;"su çok güzel, birlikte girip serinleyelim!" demiş. GERÇEK, bir kez daha şüpheci bir şekilde suya dokunmuş, su gerçekten çok güzelmiş.  İkisi birlikte soyunup yüzmeye başlamışlar.

YALAN bir anda sudan çıkmış, gerçeğin kıyafetlerini giyerek kaçıp kayıplara karışmış. Kızgın GERÇEK, kuyudan çıkmış, YALAN’ı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yerde onu aramış.  Dünyanın her yerinde, GERÇEĞİ çıplak gören insanlar onu hor görmüşler ve ona öfkeyle bakmışlar. Gittiği her yerden nefretle kovalanmış.  Zavallı GERÇEK çaresiz kuyuya geri dönmüş ve sonsuza dek ortadan kaybolmuş. İnsanlar ise artık hiçbir şekilde çıplak gerçeği görmek istememekteymiş. İşte o zamandan beri YALAN, dünyanın her yerinde GERÇEK gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır derler.

Yalanlar, kötülükler, hainlikler hiçbir zaman tüm çıplaklığıyla gelmezler. Kendilerine uydurdukları güzel bir maske, yanıltıcı bir perde ile karşılarlar insanları. O yüzden gerçeğin çıplaklığından rahatsız olan insanlar, yalanlarla avunur. Bize yardımcı olacak, bizi ileriye taşıyacak olan gerçektir. Bize düşen, bunun bilinciyle çıplak gerçeği kuyudan çıkarmaktır.

Haftaya görüşmek üzere…