Sevgili okurlar, bu hafta öğretmenlerin köylerdeki önemi ile ilgili bir değerlendirmede bulunacağım. Son yıllarda, köylerdeki okullar kapatıldığından taşımalı veya yatılı sistemle köy çocukları yakın ilçe ve beldelerde eğitimlerine devam etmekte. Çocukların bir şekilde eğitim hayatına devam ediyor olmaları tabi ki önemli, ancak olaya başka bir açıdan baktığımızda köy öğretmeninin köylerdeki önemini daha net bir şekilde ortaya koyacağımızı umuyorum.

Köy öğretmeni, köydeki aydın kişidir. Çocukların gelişiminin yanında, köyün yetişmiş insan ihtiyacına cevap veren, danışılan, yol gösteren, köylülerle birlikte yaşayan ‘özel’ bir devlet görevlisidir. İmce dediğimiz bir kavram var, eskiden bu kavram köylerde hayati bir öneme sahipti. İmece ; daha çok kırsal topluluklarda, ailelerin ihtiyaç duyulan kimi hizmetlerinin, köydeki ailelerin çoğunun, karşılıklı yardımlaşması yoluyla yapılmasıdır. Burada öğretmen kendisine güvenilen ve saygı duyulan kişi olduğundan, kamu yararına olan işlerde, imece müessesesini harekete geçirme noktasında gayet başarılıdır. Köyün altyapı sorunlarının çözümü, çocukların sağlık sorunlarının doğru tedavisi ve hatta tarım uygulamalarının verimliliği ve çağdaş uygulamalar gibi çok geniş bir yelpazede öğretmenin izlerini bulabiliriz. Anadolu’da her köyün farklı bir hikâyesi vardır, kiminin toprağı çoraktır, kiminin suyu yoktur, kiminin yolu bozuktur, kimi göç yoluna düşmüştür… Öğretmen bunların hepsine tabi ki çözüm bulamaz ama köylü için tutunacak bir daldır, bir umuttur, devletin köydeki yansımasıdır öğretmen. Kız çocuklarının okuma umudu, fakir fukaranın çocuğunun okuyup doktor olma hayalidir de aynı zamanda.

İnsanların hiç bilmediği, gitmediği yerlerde öğretmenlik nedir hiç düşündünüz mü? Hani diyorlar ya; ‘falanca bir ülke batıdan yüz yıl geri diye’. Öyle yerler var ki bu ülke içinde, öyle köyler var ki, kendi ülkesinden yüz yıl geride yaşıyor. Rahat yaşamanın ne olduğunu bile bilmeden, belki de kendi çemberleri içinde çırpınarak sürdürüyorlar hayatlarını. Mutluluğun bir ziyaret, bir muhabbetten ibaret olduğunu kabullenip, başka mutluluklar aramadan, elinde olanı yaşamakla sürdürüyorlar yaşamlarını. Buna rağmen; Öyle öğretmenler var ki, tüm rahatlıklarını bırakıp o köylere gidiyorlar. Hiç soba yakmamış iken soba yakmaya çalışıyorlar. Eksi 20 derecelerde sabah okulu açıyorlar. Saatlerce sobayı yakmaya uğraşıyorlar. O her şeyi hak eden minik öğrencileriyle soğuktan donmuş bir şekilde giriyorlar sınıfa. Ellerini sobaya dayıyorlar. İçi cız eden öğretmen titrek sesi ile “soba daha yanmadı ki kızım” diyor. Minik ellerini ellerinin içine alıp ısıtıyor. O çocuk için bu davranış belki de sobanın alevinden daha sıcak geliyor. Bu öğretmenler insana dokunmanın yanında ustalığı öğreniyorlar. Boya yapıyorlar. Su şebekesi çekiyorlar… Öğretmenlik dışında çok ama çok şey öğreniyorlar.

Hani derler ya işinin hakkını vereceksin diye. O öğretmenler fazlası ile işinin hakkını verdiler. Oradaki insanlarda yaşamın zorluğunu fazlasıyla çektiler. Peki, köy öğretmenlerinin hakkını kim verecek? Köylerin sahipsiz kalmadığını haykıracak genç öğretmenler, köy okullarına bir de bu açıdan bakan idareciler. Sizler, bizler…

Bilinmeyen, gidilmeyen köyleri bilmemiz, hallerini düşünmemiz, en azından dertlerini duymuş olmamız dileklerimle… Çünkü “gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür”… Haftaya görüşmek üzere…