İstikamet bir doğrultuya işaret eder, bir yönü, bir yönelimi ifade eder. Dünyada herkes bir yolda yürüyor ama Allah ancak bazı yolları seviyor ve ancak o yolda yürüyenlere rahmet ediyor. Dünya genelinde inanç söz konusu olduğunda yüzlerce, binlerce istikamet vardır ve bunların içinden en doğru olanı bir Müslüman için Allah ve Resulü’ nün tayin ettiği istikamette olmaktır. Müstakim, bu istikamete tabi olan, bu yönü izleyen, o yolda yürüyen ve orada kalmak için azim ve sebat içinde olan kimse demektir.
Erenlerden biri bu konuda şöyle der:
“Kişi, kendisine Allah'ın lütfettiği, ihsân ettiği, sevdiği, beğendiği, mükâfatlandırdığı iyi insanların yolundan gidecek. Mü'min olacak ve iyi insan olacak. Allah'ın nimetine, lütfuna, ikramına mazhar olmuş kişilerin yoluna gidecek. Allah'ın kendilerine gazap ettiği insanların yoluna değil, sapıtmışların yoluna değil...”
Nedir İslam’a göre istikamet, doğru yol ve nedir müstakim olmak, sırat-ı müstakim üzere olmak? Müstakim olmak, evvelinde doğruluk üzere olmayı ve her hal ve şartta hakkı söylemeyi gerektirir… Her yapacağı işi, ameli Allah’ın rızasını dileyerek, başka arzu ve hevesleri terk ederek, "Ben kendimi Allah'ın emrine teslim ettim; ne derse onu yapacağım, ne buyurduysa, hoşuma gitse de gitmese de, rahatım kaçsa da kaçmasa da, memnun olsam da olmasam da onu yapacağım" demektir müstakim olmak. Bilir ki insan Allah selim bir kalp istiyor, sadık bir insan istiyor. Temiz içli, tam teslimiyetli, tam bağlı bir insan istiyor. Öyleyse buna göre hareket etmelidir. Zaten insanoğlu böyle olmazsa sahte tanrıları ilah edinecek potansiyelde bir genetik yapıya sahiptir. Bu konuda detaylı bilimsel verileri merak edenler için Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “İnanç Psikolojisi ve Bilim” adlı kitabına bakabilir...
Eski zamanlardan bir hikâye anlatılır:
“Dervişlerden bir tanesini yakalıyorlar. ‘Sen casussun’ diyorlar, öbür ülkeden buraya geldin, içeriyi öğrenip haber götüreceksin. Casus falan değil adam, seyyah, oradan gelmiş buraya, buradan da öbür tarafa gidecek ama şüphelendiler. Ellerini bağlamışlar, celladın önüne götürüyorlar. Ölüm korkusundan insan ne yapacağını şaşırır, yüreği küt küt atar. Adam diyor ki kendi kendine: ‘Ey nefsim! Sen evvelce Allah'a teslim olmaktan bahsederdin, her haline razıyım, kaderine razıyım; ne takdir etmişsen razıyım, iyilik de gelse, kötülük de gelse, ben Allah'tan geldiği için itiraz etmem derdin! Böyle şeyler söylerdin. Şimdi bir yanlışlık yapılıyor, haksız yere senin kafanı kesecekler. Buyur işte, gördün mü? Kader ama kellen gidecek, işte buna da razı mısın?’ Şöyle bir içini yoklamış. Acaba içerden ne ses gelecek? Bakıyor ki razı. Ne olacak be, can dediğin nedir? Madem bir gün nasıl olsa öleceğiz… Götürmüşler celladın karşısına. Tam o sırada birisi seslenmiş: ‘Dur! Haksızlık oluyor, yanlışlık oluyor, bunu tanıyoruz, bu iyi bir insandır.’ Kurtulmuş. Kurtulmuş ama bir söz çok hoşuma gidiyor: ‘Vallahi kafamın kesilmesinden halasıma (kurtulmama) değil, o andaki ihlasıma seviniyorum.’”
Öyle insanlar çok olsaydı, ne Türkiye'nin hali böyle olurdu, ne dünyanın hali. İmtihan dünyasında insan her şeyden sual olunur, çeşit çeşit zorluklar çıkar, ancak müstakim olan insan kale gibi sağlam durup, bu zorluklar karşısında sarsılmayan insandır. “Oradan deneyecek şeytan, buradan saldıracak... Oradan bir tazyik gelecek, beri taraftan bir zorlanma! Sen hayır diyeceksin. Sapasağlam duracaksın. Allah sadık kul istiyor, sadık!”
Sırat-ı müstakim üzere olmayı “hidayet” kelimesi ile de anlatır erenler, istikamet üzere olmak hidayete nail olmakla aynı şeydir:
“Allah Hâdî'dir. Hâdî, hidâyet veren demek... Hidâyetin bir hususiyeti vardır, öyle apansızın gelmez insana, doğru yolu bulmak ve istikamete erişmek de apansızın geliverecek bir nimet değildir. Allah'tandır, O’nun inayeti iledir, muradı ve ihsanı iledir. Bu yüzden Allah’tan istenir. Hidayeti cezbedecek iyilikler yapmak lazımdır. Onun ise nerede olduğu bilinmez, aranır. Bazen bir yetimi sevindirmek, bazen bir fakiri giyindirmek...
Kuluna hidâyeti kendisi verir...
Ne mutlu hidayete tabi olanlara...
Muhabbetle...