Sevgili okuyucular, bu hafta hepimizin günlük hayatta kolayca tatbik edebileceği ve bedava olan bir eylemden bahsedeceğim; Gülümsemek… Gülümsemek, insana en çok yakışan mimiktir. Mutluluğun ve huzurun temsilcisidir. Karşı tarafta pozitif bir iz bırakmaktadır. İnsanlar çevresindekileri suratsız ve asabi olarak eleştirebilir ancak, kimse kimseyi gülümsüyor diye eleştiremez. Gülmek ve gülümsemek sadece beceremeyenler tarafından kıskanılır, bu durum da kayda değer bir şey değildir zaten.
“Yüzü gülmeyen dükkân açmasın” demiş atalarımız. İşimizde ve insanlarla olan ilişkilerimizde güler yüzlü olmalıyız. Güler yüz, insanlar arasında dostluğu ve muhabbeti geliştirir, insanları birbirine bağlar. Bu sayede ilişkiler ve alışverişler daha sağlıklı olur. Güler yüz, sağlığın ve hayatın da bir anahtarıdır. Bu anahtarı taşımayı unutursak, haliyle insanlar da bizi unutur.
Hikâye odur ki;
Gülmekten nasibini almamış ve asabi bir bakkal, en iyi ballarını camekânına sıralarmış. Yan tarafta bakkallık yapan ve bal satan komşusundan üstün görünmek istermiş. Komşusu ise aksine güler yüzlü mü güler yüzlü, tatlı dilli bir adammış. Bu güler yüzlü adam, asık suratlı bakkalın dükkânına gidenleri dahi selamlar onlara güler yüz gösterirmiş. Asık suratlı adamın dükkânına girip de nefis ve ucuz ballara bakan müşteriler, dükkân sahibinin ilgisizliğinden dolayı oradan hiçbir şey almadan çıkar, güler yüzlü adamın dükkânına gelirlermiş. Asık suratlı adam, en ucuz ve en iyi balların kendisinde olmasına rağmen bir şişe bal bile satamaz hale gelmiş. Bir gün bunun sebebini araştırmaya karar vermiş ve âlimlerden birine gitmiş. Durumu anlatmış ve demiş ki, “Bunun hikmeti nedir âlim efendi?” Âlim de cevaplamış, “Evlat sen dükkânda bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor, müşteri sana elbette gelmez… Güler yüz öyle bir şeydir ki, yeri gelir zehri bal eyler, yeri gelir balı zehir...”
Bu durum sadece esnaflar için değil kamu kurumlarında, gündelik hayatta, sosyal ilişkilerde de geçerlidir. Ne kadar değerli bir iş yaptığımız, ne kadar çok şey bildiğimiz, ne kadar önemli bir insan olduğumuz… bunların hepsi sıfırdır. Başında güler yüz ve tatlı dil varsa en başa kocaman “1 (bir)” yazarız, diğer özelliklerimiz de değerimize değer katar; on oluruz, yüz oluruz, bin oluruz… Mekanı cennet olsun, büyük üstad Neşet Ertaş’a şahsımın ayrı bir sevgisi ve muhabbeti vardır. Kendisinin bir sözü fotoğrafıyla birlikte çalışma masamda durur. Usta der ki; “Özü gülmeyenin yüzü güler mi?”
Gülümsemeden girdik, selamlaşmadan çıkalım o vakit. Yahu selam vermek, selam almak ücretli oldu da bizim mi haberimiz yok? Bir insanın bir insana selam vermesi için illa karşısındakinden bir menfaati mi olması gerekiyor? Başlığımızı “gülümsemek sadakadır” diye attık lakin ‘’ selamlaşmak da sadakadır ve hatta sünnettir”. Tanıdığım Alanyalılar “haz etmiyorum” kelimesini çok kullanıyorlar. Şöyle söyleyeyim: “ Selam almayandan, kasım kasım kasılandan, suratı sirke satandan haz etmiyorum” Bedava olan şeylerin dahi sadakasını vermekten imtina edenlerden insanlığa hayır gelir mi? Takdiri sizlere bırakıyorum…
Çıkın sokağa, önünüze gelene selam verin. İnsanların yüzlerine bakın, gülümseyin… Ne kaybedersiniz? Emin olun çok şey kazanırsınız. Yunus Ata, o kadar sözün özünde der ki; “Gönül Çalab'ın (Çalab, Allahu Tealanın Türkçe dile gelişidir) tahtı, Çalap gönüle baktı, İki cihan bedbahtı, Kim gönül yıkar ise…” Sözün daha da Türkçesi; Her gönül Çalab’a bağlıdır, bizler bu dünyaya gönüllere dokunmaya geldik sadece, hepsi bu…
Herkese bol gülümsemeli, bol selamlaşmalı bir hafta sonu diliyorum. Haftaya görüşmek üzere…