"Herhangi bir çağırıcı ki hidayete davet ediyor."
Allah'ın sevdiği güzel bir yola, sevaplı, hidayet damgası taşıyan bir işe…
Böyle doğru yol üzerinde yapılan güzel bir fiil, bir hareket, herhangi bir işlem, eylem, tavır… Güzel bir şeye çağırdı, davet etti.
Ona da bazı insanlar: "Evet, ne kadar güzel şeye davet etti bizi. Tamam, biz de böyle yapalım." dediler. "Tâbi oldular. "İşte kendisinin sözünü dinleyip o güzel işi yapmaya kalkışan insanların sevaplarının misli aynen buna da verilir. "O sevaplı işleri işleyenlerin sevaplarından hiçbir şey eksilmeden, onlar o sevapları alırlar, onların aldığı o sevaplar kadar o çağıran insana da sevap verilir."
Misallendirelim: Bir adam diyor ki;
"Gelin bu akşam lise günlerini anmak için bir âlem, bir toplantı yapalım, eğlenelim."
Hani yiyelim, içelim, kâm alalım dünyadan tarzında çağırıyor.
"Tamam, okulda beraberdik, şimdi iş adamı olduk; ama işte bilmem, okulumuzun kutlama günü gidelim şuraya…"
Gidiyorlar, hepsi birden bir şeyler içiyorlar. Günahlar işliyorlar. Tamam, işte o ilk çağıran adam, telefonu açıp da ötekisini çağıran adam da aynı günahları, bir miktar da çağırdığı kimselerin günahları kadar da ayrıca kendi günahının üstüne alır...
İşte İslâm'ın toplumsal diyelim yeni kelimelerle, içtimâî yönü bu, iyi bir şeye çağırdığınız zaman, çağırdığınız kimselerin işledikleri iyiliklerin sevabının bir mislini siz alacaksınız. Kötü bir yere çağırdığınız zaman işlenen günahların vebalinin bir misli de sizin omzunuza… Çünkü onları siz o işe çağırdınız, sizin omzunuza yüklenecek.
O halde ne yapacağız?
Hiç kimseyi hiçbir kötü yola çağırmayacağız. Herkesi iyi yola çağırmaya gayret edeceğiz.
Toplu yaşamda, topluluk hayatında, içtimâî hayatımızda nasıl davranmamız gerekiyor?
Kendimiz iyi insan olacağız. Başka insanları iyi işe çağıracağız, kötü işe çağırmayacağız. Başkalarının da iyi işler işlemesi için aktif propaganda, reklam, tanıtma, öğretme işleri yapacağız. Bunun aksine kötü şeylerin yapılmamasına da gayret göstereceğiz. Kötülükleri yapmak isteyen: Benim hürriyetim var istediğimi yaparım sana ne, karışma bana falan diyorlar bazıları, öyle değil.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım, Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. dediği gibi Mehmed Âkif rahmetlinin… Allah kabrini nur doldursun.
Onun dediği gibi biz sorumluluk duygusu taşıyoruz. Biraz sıkıntı çeksek de birtakım zararlar, sıkıntılar, üzüntüler, başı ağrıtacak, gönlü kıracak birtakım olaylarla karşı karşıya gelme durumu olsa bile biz böyle davranacağız.
Düşünün böyle insanlardan müteşekkil bir toplumu…
İşte toplumda o zaman iyilik oluyor, kötülük yapılmıyor. Çok gizli yollarla, çok saklı şekillerle birileri yapıyorsa Allah onun cezasını verecek ama hiç olmazsa toplumdan sorumlu olan insanlar, yöneticiler günaha girmiyor, bir de o günahları gören insanlar müdahale ettikleri için kimse de kalkıp herkesin gözü önünde böyle bir şey yapamıyor. Takibata uğruyor, protestoya uğruyor, yapamıyor. O zaman toplum iyi bir toplum oluyor. İyilikler yapılıyor. İleri gidiyor. Günahlar olmuyor. Haramlar işlenmiyor. Haksızlıklar yapılmıyor. Zulümler olmuyor. İslâm toplumları, tarih boyunca İslâm'ın hâkim olduğu zamanlarda işte böyle mutlu yaşamışlardır. Pırıl pırıl, tertemiz yaşamışlardır...
Mesela, Baron de Büsbek diye bir Hollandalı, Belçikalı seyyah gelmiş Kanûnî devrinde. Kanûnî devrini anlatıyor. İstanbul'un manzarasını, halkın hâlini, ahlâkını, alışverişi, vesâireyi kitabında, hatıralarında anlatıyor. Müslümanların çok dürüst olduğunu, temiz olduğunu, sözlerine sadık olduğunu, güvenilir olduğunu söylüyor ve diyor ki:
"Eğer siz Osmanlı ülkesine ziyarete giderseniz, bir müslümana misafir olabilirsiniz; çünkü yatakları, yorganları temizdir, yemekleri, evi temizdir. Sakın benim dindaşımdır diye bir gayrimüslime inmeyin." diye ikaz ediyor.
"Sonra, bir müslüman size "şunu şöyle yapacağım" diye söz vermişse, "tamam" demişse, sözü sözdür. Yazılı bir senet olmasa bile dediğini yapar, çünkü sözlerine sadıktır onlar." diyor. "Ama bir gayrimüslimle anlaşma da yapsan, yine seni aldatır, hile yapar, ona itimat edilmez!" diye söylüyor...
Eğer bugün kendimizi bu sözlere layık hissetmiyorsak; bu Allah’ın dininin değil ona inandığını söyleyen bizlerin kabahati değil mi?