Sevgili okurlar, bu hafta anlaşılma konusunu ele alacağım. Dünya üzerindeki bütün insanların ortak sorunlarından birisi de, ne yazık ki diğer insanlar tarafından anlaşılamadığı gerçeği. Tabi ki bu durum bir insanın kendisini ifade edebilme becerisine sahip olması dışında, dinleyicinin de dinleyebilme becerisine sahip olmasına da bağlıdır. Yani bu anlaşılamama meselesi, insanın yer aldığı tüm etkileşimlerde en büyük sorun olarak masanın üzerinde duruyor. Bir de anlamak istememe durumu var ki, onun çaresi hiç yok; sizi anlıyor ancak sizi anlamak işine gelmiyor, hemen saflığa vuruyor olayı; bu durumda sizde mevzuyu anlatacağım diye kendinizi yıprattığınızla kalıyorsunuz haliyle.
Bir tavsiye olarak, aktarmak istediğiniz duygu ve düşünceyi en basit, en yalın haliyle sunmak bence en faydalı olanı. Çünkü yapılan eklemelerin, konuyu daha çarpıcı hale getirmek amacı taşısa da karşı tarafın anlama olasılığını azalttığı da bir gerçek. Bu noktada eğitim durumu, bilgi birikimi, kültür farklıları da, anlaşılma ya da anlaşılamama noktasında önemli bir değişken olarak karşımıza çıkıyor. 
Bu konuda güzel bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum;
Yüzyıllar önce Papa bütün Yahudilerin Roma'yı terk etmeleri gerektiğine karar vermiş. Bu durum doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki almış. Bunun üzerine Papa, Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önermiş. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa onun dediği olacakmış.
Yahudiler çaresiz kabul etmiş ve temsilci olarak Moiz'i seçmişler. Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakerede konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif etmişler. Papa da bu teklifi kabul etmiş.
Müzakere günü geldiğinde, iki taraf karşılıklı yerlerini almışlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak üç parmağını göstermiş. Buna karşılık Moiz de tek parmağını kaldırmış. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirmiş. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri göstermiş. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca; Moiz de bir elma çıkartmış. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak: "Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler", demiş.
Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa;
- Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını söyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu her yerde olduğunu işaret etti. Ben, kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Adamın her şeye bir cevabı vardı. Ne yapabilirdim ki?
Tabi aynı sıralarda, Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlarmış. Moiz:
- Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.
- Sonra ne oldu?, diye kalabalık heyecanla sordu.
- Valla, sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!...
Nihayetinde, iletişimimiz karşımızdakinin anladığı kadardır, bizim aktarmak istediklerimiz karşıdakinin alabildikleriyle sınırlanır. Bu konuyu takıntı haline getirmektense bu bilinçte olmak, hem sosyal ilişkilerimizde hem de iç huzurumuz açısından bize katkı sağlayacaktır.
Haftaya görüşmek üzere…