Öyle ya da böyle iki dünya arasında yaşamaya başladık. Biri gerçek diğeri sosyal ağ. Sabah, kahvaltı sofrasında gazete okumak yerine, telefon esirine dönüşmüş birer bireyler olduk.

Gerçeğe değil yalan olana inanmaya başladık. Birisi çıkıp Pazar günü konuşması yaptı günlerce. Hangı sıfatla konuştu bilmiyoruz ama kendini Baba filmindeki Don Carlione gibi göstermeyi başardı. Günlerce konuşuldu ve aslında bir seviye daha atlamadık demedi kimse...

Tosuncuk muhtemelen parası bitince teslim oldu. Beyaz bayrağı açtı, bizden daha merhametlisi yok ne de iyi biliyor. Belki de başı dertdeydi, sığınacak bir limanı o da buldu.

Herkese kucak açan Türkiye, özünden çok şey kaybetmeye devam ediyor. İyi olmanın da bir sınırı olmalı sonuçta. Bilmeli ki fazla fedakarlık vefasızlık getirir her daim.

Elektriğe gelen zam, zor günlerin habercisi. Evet herkese iyilikte bulunan ülkemizin bir B planı olmalıydı. Her zaman dediğim gibi iyilik evin içinden başlamalı.

Güzel şeyler de oluyor. Hastalığını öğrendiğimiz ilk günden beri ister gazete ister bireysel olarak Ahmet'le olduk. Çok zor gibi görünse de büyük bir birliktelik ve çaba ile gereken miktar toplandı. Pazar günü Ahmet ailesi ile Amerikaya yolladı. Dört ay sonra koşarak dönecek memleketine inşallah. Bir dileğim daha var, umarım bir gün gen tedavisi ülkemizde de mümkün olur. Ahmet sayesinde umutla barıştık birkez daha. Özümüzü keşfettik. Dilerim aynı yoldan devam ederiz...