Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 86. Yıl dönümünde, O’nu ve ideallerini anımsama, anma ve saygımızı sunma hislerimizle doluyuz.
Atatürk kısa süreli ömründe yüzyıllara sığmayacak ilke ve inkılapları yapmış, bunu yerleştirmiş ve uygulamış en büyük devlet adamıdır. Ulusal bağımsızlıkla beraber, ulusal egemenliği de arzulayan ve ulusuna en yaraşır bir yaşam düzenini kurmuş en büyük inkılapçıdır O.
 Yeri geldiğinde düşmanlarıyla yaka paça olup hesaplaşan, yeri geldiğinde de “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinin gereğini yerine getiren en büyük barış adamıdır. Ulusunu yok olmaktan çekip çıkarmış ve ulusuna en medeni millet olabilme amacını aşılamış, ruh ve cesaret vermiş önderdir O.
Atatürk;
İnsan sevgisi ve yurt sevgisi gibi yüce duygulara sahip en büyük liderdir. Kendi devrine sığmayan büyük askeri yetenekleri ile en büyük komutandır O. Önceliği ulusuna verecek kadar özverili, bütün sahip olduğu her şeyi ulusuna armağan edecek kadar da diğergam, yapılması gereken işleri en önde yapan ama ücret mevzu bahis olunca da bunu ulusuna mal eden, kendi aziz vücudunu naçiz görecek kadar da büyük adamdır Atatürk!
57 yıllık yaşamının ilk 17 yılını kendisini milletine hizmet etme noktasında hazırlamakla geçiren, kalan 40 yılını da Trablusgarp, Balkan, Çanakkale, Kafkas, Suriye –Filistin cepheleri ve Kurtuluş Savaşlarında askeri dehasını ortaya koymakla geçirmiş bir ekol olarak çıkmıştır karşımıza. Tabi siyasi ve ekonomist yönüyle de, kazandığı bu askeri başarıları taçlandırdığı dönemde de, milletine ve kurduğu cumhuriyetine büyük atılımlar yaşatmış farklı bir fenomendi. Ta 6 yaşındayken sokakta oynayan Rum çocuklarının “Göreceksiniz sizi buralardan çıkaracağız” sözleri üzerine kendine koyduğu bu millete önder olma hedefini adım adım gerçekleştirmiş, milli bilinç ve ideallerle kendini hep doldurmuş ama aynı Mustafa Kemal  Büyük Taarruzdan sonra esir edilen Yunan komutan General Trikopis’e bir misafir muamelesi yapmış, eşini arayıp O’nu teskin ederek en yakın sürede yanınıza geleceklerdir sözüyle de tarihteki Alparslan’ın Romen Diyojen’e yaptığı muameleye atıfta bulunacak kadar da hem hümanist hem de tarih bilinciyle dopdolu bir kişilikti.
Ömr-ü hayatında, onca savaş ve sıkıntı ortamında bile, haftada ortalama 2 kitap düşecek şekilde okuduğu 4000 kitabın büyük çoğunluğunu oluşturan tarih kitapları, O’nun ruh ve düşünce dünyasına en büyük tesiri bırakmıştı. Biyolojik babam Ali Rıza Efendidir derken hemen onun yanı başına baba olarak yakıştırdığı iki isim daha vardı. Birisi fikirlerimin babası dediği Ziya Gökalp, diğeri de duygularımın babası dediği Namık Kemal’di. Her iki zat da vatanseverlikleriyle o dönemin gençlerinin kalbinde taht kurmuş kişilerdi.
Bir gün Balkan savaşları sırasında görevli olduğu Bulgaristan’da bir kıyafet balosu tertip etmişlerdi. O baloda herkesin dikkatle, şaşkınlıkla, ürpererek ve mesajı alırcasına bakakaldıkları tek kişi Mustafa Kemal’di. Zira giydiği yeniçeri kıyafetiyle O, tarihe atıfta bulunarak o günlerde Türk’ü hakir gören o davetteki temsilcilere hal diliyle en güzel cevabı vermişti. Bu; ciddi bir tarih bilinci olan insanın tavrından başka neyle açıklanabilirdi?
Trablusgarp’ta gözünden yaralanırken de Çanakkale’de göğsünden kurşunu yerken de Sakarya’da atından düşüp kemiklerinin kırılmasına aldırmayarak, bedenini güzelce sarıp sarmaladıktan sonra, o vaziyette, acılar içinde Büyük Taarruza katılan sürekli gazilik ve şehitlik ruhuyla kol kola adeta iki arkadaşçasına harp meydanlarında arz-ı endam edendi O. Şimdi soruyorum. Bir adama ölüm riskinin en yüksek olduğu askerlik mesleğini sevdiren ve milleti uğrunda çoğu gönüllü olarak katıldığı savaşlarda bu duyguları yaşatan neydi?
Evet tereddütsüz vatan ve millet sevgisiydi diyebiliriz.
Biliyor musunuz Atatürk’ün okulundan kaçtığı tek olay neydi?
1897 yılında yapılan Türk-Yunan savaşı olan Dömeke savaşıydı. Daha 16 yaşında bir lise öğrencisiyken bu savaşa gönüllü yazılmak üzere sabah erkenden askerlik şubesinin önünde dikilmişti ama öğrenci olduğu anlaşılınca geri gönderilmiş ve tarifsiz üzüntüyle okuluna dönmüştü.
Yurt içi gezilerinden birisinde Atatürk’ün hayatı boyunca cevap veremediği tek olay şu idi. Mersin’i gezerken; “Şu konak kime aittir, şu güzel bahçe kime aittir, şu kuyumcu dükkanı kimindir” sorularına cevaben; “falanca Rum’undur, filanca Ermeni’nindir” denilince adeta sinirlenerek ve milletine bu fakirliği yakıştıramayarak şöyle gürlemişti.” Onlar bunları elde ederken siz neredeydiniz?” Bunun üzerine yaşlı bir amca; Paşam:” Onlar bu zenginlikleri elde ederken biz Çanakkalelerde, Sakaryalarda, Dumlupınarlarda düşman kovalıyorduk”. Bu cevap Atatürk’ün adeta sesini soluğunu kesmiş ve milletinin bu asil hikayesini kabullenmekten başka çaresi kalmamıştı.
Cumhuriyetten sonra verdiği bir davette bütün gece Atatürk’e dik dik bakan İngiliz askeri görevlisinin bu tavrı dikkatini çekmiş ve niçin bu şekilde davrandığını sordurması üzerine “Çanakkale’de babamı öldürdü, o nedenle böyle bakıyorum” cevabını alınca;” Gidin sorun bakalım babasının Çanakkale’de ne işi varmış” ifadesiyle de vatan sevgisini en belirgin şekilde ortaya koyacaktı.
Yine bir gün köşkte yabancı kral, cumhurbaşkanı, başbakan vb kişilere yemek daveti vermişti. O sırada hizmet eden bir Mehmetçik bir yandan görevini eksiksiz yapma bir yandan da yanlış yaparım da paşam rezil olur mu düşünceleriyle kafası karmakarışıkken elinden çatalları yere düşürüverdi. Mehmetçik bu durumdan çok müteessir olmuştu. Gönül insanı Atatürk yabancı konuklara dönerek” Bu millete her şeyi öğrettim ama uşaklık etmesini öğretemedim”. Masadakiler gerekli mesajı çoktan alırken Mehmetçiğin onurunu yücelten paşa, askerin gözünün içine bakarak tebessüm ediyordu.
Belki de beni en çok etkileyen hikayesi şu idi. Hiç çocuğu olmamıştı ama 10 evlatlığı vardı.7’si kız ,3’ü erkek. Onlara en iyi eğitimleri ve geleceği sağlamıştı. Ama kendi biyolojik, öz evladı hiç olmamıştı. Belki de bunun burukluğunu hep yaşadı. Bir gün bir düğün davetine katılan paşa, düğün evinin bahçesinden içeri adımını atar atmaz küçük bir kız çocuğu ellerinde çiçekleriyle “hoş geldiniz paşam” dedi. Sevimli kızı kollarının arasından tutarak dudaklarının seviyesine kaldıran paşa, yanağına kondurduğu buseyle küçük kızı ve ailesini çok memnun ederken, gözlerinde peyda olan nem yüklü bulutlar gibi yaşlara engel olamamış ve o gözlerden yol bulan damlalar çoktan toprakla buluşmuştu.
10 Kasımlar Ata’yı anarken O’na verdiğimiz sözlerin hatırlandığı günlerdir.10 Kasımlar bizim kendimize çeki düzen verdiğimiz zamanlardır.10 Kasımlar yeniden gayretlenme ve yeniden şarj olma demektir. O’na verdiğimiz sözler içerisinde en önemlisi de dünyanın bir numarası olma hedefimizdir.
Atatürkçülükte, Kurtuluş savaşı adı verilen kutsal savaşla elde edilen bağımsızlık ve bu bağımsızlığın simgesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve savunma şerefi Türk gençliğinin omuzlarına bırakılmıştır. Atatürk Türk gençliğine seslenerek bunu şu şekilde açıklamıştır.
“Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen ulusal felaketin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu neticeyi Türk Gençliğine armağan ediyorum.”
AZİZ ATAM!
Biz biliyoruz ki; senin de ifade ettiğin gibi “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine sadakat gerekir”. O nedenle bizler ilkelerinin ve inkılaplarının bekçisiyiz. Bize gösterdiğin dünyanın bir numarası olma hedefini buradaki gençlerle beraber gerçekleştireceğiz. Ülkemizin bu güzide köşesinde böyle bir ortamda bulunuyorsak bunda senin payın çok büyüktür,85 milyonun üzerinde hakkı olan Aziz Atam.
SEN; RAHAT UYU…