Bugünlerde sosyal medya üzerinden kızgınlıklar, öfkeler öyle hızlı bir şekilde paylaşılıyor ki, birden bire bir kişi, kurum, ürün gibi gibi birçok şey linç edilyor. Sonra da deniyor ki; bunlar sosyal medya ile yüzünden artıyor. Konuşulanları dinleyince acaba sosyal medya olmasaydı linç edilme olmayacak mıydı diye aklımdan geçirirken çocukluğumda okuduğum bir roman düştü hafızama. Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” romanında kısaca; “Aliye çocuklara ders vermek için köye gelmiştir. Burada Ali Rıza Efendi’nin evinde kalacaktır. Ali Rıza Efendi ile karısı, yıllar önce kaybettikleri kızlarıyla aynı yaşta olduğu için Aliye’yi çok sevip sahiplenmişlerdir. Yunan işgali de yaklaşmaktadır. Köyün önde gelenlerinden bazıları, çıkarları için düşmana yardım etmektedir. Köyde bulunan İmam Fettah, Aliye’ye sahip olmak için düşmanla işbirliği yapmıştır. Tosun Bey ise düşmanın gidişatını yavaşlatmak için elinden geleni yapar. Yunanlılar köye girdiğinde Fettah Hoca, canla başla Yunanlılar için çalışır. Öğretmen Aliye ise köydeki çocuklara vatanseverliği aşılamaktadır. Yunanlılar köyde iken Ali Rıza Bey’i tutuklamışlardır. Aliye ise onu kurtarmaya karargâha gittiğinde Yunan komutanın uygunsuz teklifleriyle karşılaşmıştır. Türk ordusu bölgeye girene kadar Fettah Efendi, Aliye’yi bulur. Bu arada Domyanos ve askerleri kasabayı terk eder. Aliye halkın önünde dövülür. “Vurun kahpeye, vurun kahpeye” diye bağıran Fettah Efendi halkı da ateşleyerek hep bir ağızdan “kahpe” diye bağırmalarını sağlar. Hoca Fettah ise düşman işbirlikçileriyle beraber köylüyü galeyana getirerek Aliye’ye karşı tavır alır. Hainlere karşı tek başına mücadele eden Aliye, bu kişiler tarafından öldürülmüştür.”
Romanı okuyanlar bunu hemen hatırlayacaklardır ve orda Aliye’ye yapılanın acısını yüreklerinde hissedeceklerdir. Linç kültürü tarih boyunca farklı şekilde her zaman ortaya çıkmıştır. Peki insanlar neden bunu ihtiyaç hissederler; Türkiye’nin Linç Rejimi isimli kitabında bu konuyu etraflıca inceleyen Tanıl Bora, “Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir,” der ve ekler:
“Linç deneyimi, girişim ve ajitasyon ‘aşamasından’ itibaren, kitleyi, kalabalık içindeki insanları güruh haline getirir. Güruhlaşmanın meyli, lincedir.”
Buna göre; birey olamadan kapalı mahalle ve topluluk kültürüyle yetişen kalabalıklar, kendi grup üyelerine yönelik bir söylenti veya tartışmayı kişisel olmaktan çıkarıp kimliksel bir gurur meselesine dönüştürebiliyor.
Birey, kendi özgüveni ve kimliğini oluşturamadığı sürece bir güruhlaşmanın içine giren davranışlarını ortaya koyacaktır. Sosyal medya üzerinden fake hesaplar ile duygu yitimi içinde ikinci bir kendi oluşturmakta… Kamuoyunun beklentisi olan bir konuda bir yorum yapılmadığında linç edilebilir. Birden bir ünlü yaptığı bir açıklama sonrası vatan haini ilan edilebilir. Bir gün cinsiyetçi bir söylem nedeniyle bir ünlüyü linçe girişirken bir diğer gün cinsel kimliğini açıkladığı için linçe maruz kalabilir. Aslında sosyal medyada linç bu şekilde her gün yeniden başlıyor ve anonimliğin verdiği rahatlıkla önüne gelene veren veriştiren birey için artık linç bir yaşam tarzı ve ötesinde kültür halini alıyor zamanla…
Linç ederken, gerçek hayattaki agresyonunuza, benlik karmaşanıza bir hedef arıyorsunuz ve bunu anonim olarak yapabiliyorsunuz.
Sosyal medya üzerinden gerçekleşen tüm linç girişim ve eylemleri sosyo-politik bir eksende ele alınmalı ve “ben ve öteki” kurgusu erk(güç) sahipleriyle kurulan özdeşim ve güç temalarına odaklanılmalıdır. Sosyal medya üzerinden linç yaşama tehdit oluşturmuyor olsa bile insanlığın karanlık yüzü (Jung’a göre gölgesi) ve utanç kaynağıdır. Anna Freud’un sorgulatan cümlesi, “Herşey, her yerde ani bir nefret ve çirkinlikken, neden her şey arkadaşlık ve güvenilirlik gibi dolaşıyoruz ki?”
Sözü Yunus Emre’nin dizelerinde kendimizi birey olarak bulabilme umuduyla diyerek buraya bırakıyorum:
Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri.