Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustov Jung’un “Eşzamanlılık, insan bilinciyle ve görünüşe göre insanın dışında ilişki” cümlesini okuyunca zihnimde bunu nasıl yaşıyoruz derken buldum kendimi.
Yolda giderken arkadaşım Ayşe’yi arama isteği o kadar güçlü oluştu ki arama tuşuna bastım. Ayşe telefonu açtığında “Tam da aklımdan sen geçiyordun, geçenli yazında değindiğin Eflatun’un mağarası konusun okuyorum ilginç bir tesadüf oldu. Hem sen aklımdan geçerken araman hem de yazının şuanda karşımda olması. Evet, bu aynı anda düşünme durumu bana bu durumu yazıya dökmek için ilham oldu.
Yıllardır hayalini kurduğum kitap yazma düşüncemin şuanda gerçekleştiriyor olmam da bu tip titreşimlerin etkisi büyük oldu. Bu dönemde bakanlığın kitap yazım komisyonu için görevlendirilmemin yapılması bu yılın benim açımdan kitap ve yazı dönemi ilan etmem için bir sebep oluşturdu. Şuana kadar birbirinden bağımsız olarak beynimde yer eden düşüncelerin birbiri ile buluşmasını yaşamaktayım aslında. Jung bu durumu, kişilerin istek ve arzularının aynı anda gerçekleşmesinin ve birleşmesinin halini eşzamanlılık olarak tanımlamıştır. Bu durum Jung'un bir hastası ile çalışması sırasında ortaya çıkmıştır. Jung, yaşama katı bir mantıkla yaklaşan bir hastasını tedavi sürecinde oldukça zorlanıyor. Jung’a göre yine birbirinden farksız geçe seansların birinde, hastası rüyasında gördüğü altın renkli bir bok böceğini anlatır.
Mısır mitolojisinde bu böceğin tekrar doğuşu simgelediğini gayet iyi bilen Jung, hastasına önemli bir psikolojik transformasyonun eşiğinde olduğu müjdesini vermeye hazırlanırken cama bir şeyin vurduğunu duyarak arkasını döndüğünde, o güne kadar ilk defa penceresine gelen altın yeşili bok böceğini görür. Pencereyi açar onu alır ve “İşte bok böceğiniz” diyerek hastaya onu uzatır. Penceredeki bok böceğin varlığından ve Jung'un rüyası hakkındaki yorumundan şiddetle etkilenen hastası, o andan itibaren terapi de gelişme kaydetmeye başlar. Olayın tuhaflığı aşırı mantıksallığını dengeleyebilmiştir. Yani ruh ve maddeyi birleştiren tek evren, tezahür etmiş her şeyi sessizce besler, biçimlendirir, düzenler.
Hepimizin yaşamında buna benzer örnekler vardır. En çok karşılaşılan örneklerden biri arabanıza park yeri arayışındayken, park alanına yaklaştığınızda aynı anda bir aracın çıkarak size yer açması gibi. Bu durumda hem sizin hem de onun isteği gerçekleşmiş olmaktadır. Siz park etmeyi düşünürken o da parktan ayrılmayı düşünmüştür. İşte bu bir eşzamanlılık olup rastlantısal oluşumlar değildir.
Görüp, yorumlayabildiğimizde tesadüf dediğimiz bu neden-sonuç ilişkisi olmadan yaşadığımız eşzamanlı olaylar aslında bize farkındalık yaratmak için yardımcı olurlar. Buradan farkındalık oluşturma durumu bize bağlıdır. Çevremize dikkatli bakarak bu durumları lehimize çevirebiliriz ya da zaman çizgimizle kesişen bu durumların yanımızdan geçip gitmesine izin vererek tesadüf deyip dikkat etmeden kendimizi hayatın akışına bıraktığımız da verilen seçim şansını teğet geçmiş oluruz.
Bu durumların farkına varmak kadar, anlamlandırıp doğru kararı vermek de çok önemlidir. Sübjektif olarak yorumlanan bu olaylara inanıp inanmamak yine sizin sübjektif kararınıza kalmıştır. Filozof Arthur Schopenhaue’un şu sözleriyle baş başa bırakıyorum sizleri: “Rastlantıya bir amaç atfetmek, onu anlama biçiminize göre ya saçmalığın zirvesi ya da zihinsel bir derinliktir."