2019 Mart ayından itibaren tüm dünyada etkisini gösteren COVID-19 salgını, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemik bir hastalık” olarak ilan edilmiş ve “toplum sağlığı” açısından belirli yerler kapatılmış, yargılama süreleri durmuş ve salgındaki risk nedeniyle cezaevlerinde tahliyeler yapılmıştı.

15 Temmuz sonrası “kontrollü normal” hayat planı hiçbir ülkede tutmadığı için, kış şartları ve artan vakalar nedeniyle yine ülkece kapanmaya gitmek zorunda kaldık.

Bu karar, basit alınmasa da alınması elzem bir karardı. Sağlıksal, sosyal, ekonomik, hukuki ve diğer alanlar değerlendirilerek menfaat çatışması yapıldığında artan vakalar nedeniyle bir kısım tedbirler alınmış oldu. Her ne kadar COVID-19’a yönelik “aşı çalışmalarından güzel sonuçlar” gelse de maalesef ki hem sosyal hem ekonomik belirsizlik vatandaşın gözünü korkutuyor.

Özellikle turizm geliri büyük bir paydaya sahip olan Alanya’mızda gerek senelerdir gelişen olaylar neticesinde turizmin kötü gitmesi gerekse pandemi sürecinde -yeterli sayıda- turistin gelmemesi nedeniyle esnaf can çekişmeye başladı.

Günlük yevmiye ile çalışan mevsimlik işçilerden, otel sahiplerine kadar az veya çok etkilendi.

Bu süreçte maalesef ki “salgın koşullarını” göz önünde bulundurmadan turizmciden, esnaftan kirasını “aynı şekilde” isteyen mülk sahipleri de yok değil. Asgari ücreti 2.400 TL seviyesinde olduğu bir memleketin ilçesinde ki kiralar 1.500 TL’den aşağı olmamakla birlikte, işyeri kiraları da sayın Cumhurbaşkanının talimatına rağmen MAALESEF ki “döviz bazında” belirleniyor.

Değil sezonluk getirisi, günlük siftahı bile olmayan işyeri sahipleri artan tedbirler ve bunun getirdiği ekonomik kayıp nedeniyle “kış aylarını nasıl geçireceğini” düşünmeye başladı bile.

Bu konuda Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi, günümüz şartlarına, adalete, vicdana ve hukuka aykırı çok güzel bir karara imza attı. Şöyle ki;

“COVID-19 salgını sebebiyle, kiracıya düşen yükün eşit olarak paylaştırılması gerekir.

Oluşan yük, sözleşmenin her iki tarafı üzerinde dağıtılacak şekilde sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması benimsenmelidir.” Hükmünü tesis ederek, salgın sebebiyle kiracının kira sözleşmesine binaen ödemekle yükümlü olduğu para borcunu, salgın sebebiyle taraflar arasında paylaştırılarak salgının ekonomik yüküne birlikte katlanmaları şeklinde oldu. Hükmüm gerekçesinde de;

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde “Aşırı İfa Güçlüğü” madde başlığı altında “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” diyerek COVID-19 salgınını, sözleşmenin yapıldığı sırada tarafların bu durumu “öngörülmesi beklenmeyen” bir durum olarak değerlendirmiştir. Salgının, borçludan kaynaklanmayan bir sebep olduğunu ve borçlunun mülk sahibinden sözleşmeyi “yeniden uyarlamasını” talep edebileceğini belirtmiştir.

Hükmün gerekçesinde atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi hükmü, “yabancı para (döviz) borçlarında da uygulanacağı” düzenlenmiştir.

Borçlu kiracının “sözleşmenin yeniden uyarlanması talebi için de şu dört durumun varlığı gerekir”

1. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
2. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.
3. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.
4. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır .” gerekçesine yer vermiştir.

Ayrıca mahkeme büyük bir vicdani karar vermiş ve şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

Genel olarak sözleşmelerde “Ahde vefa ilkesi” geçerlidir. Ancak Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesinde açıklandığı üzere sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmesi beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması durumunda sözleşmeye bağlılık ilkesinin sıkı bir şekilde uygulanması, hakkaniyete aykırı olacağından hâkimin sözleşmeye müdahalesi ve sözleşmeyi yeni koşullara uyarlaması mümkündür.

Yaşanılan salgın hastalık sürecinin olağanüstü bir durum olduğu ve taraflarca öngörülemeyeceği açıktır. O halde genel olarak salgın hastalık sürecinin Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesinde belirtilen olağanüstü durum olarak kabul edilmesi gerekir.”

Bu karar, ülkemizin dört bir yanında zorluk çeken vatandaşımız adına umarım “emsal” nitelikte bir karar olacaktır.
Tüm bu zorluğu yaşayan esnaflarımız bu süreçte salgına istinaden mülk sahiplerinden yahut mahkemelerden sözleşmenin yeniden uyarlanmasını talep edebilirler.
Allah herkesin yardımcısı olsun.
Gelecek hafta “turizmciye can suyu olacak yegane formül KONKORDATO”yazımızda görüşmek dileğiyle...