Bu aralar evde, mahallede, şehirde, ülkede ve dünyada…
En fazla konuşulan konu nedir diye sorulsa; yediden yetmişine hepimizin vereceği tek cevap: “Koronavirüs” olacaktır.
Çin’in Wuhan Şehri’nde ortaya çıkmasının ardından etkisiyle kısa bir sürede Çin’i ve virüsün genetiğinin “kolay bulaşabilir” olması sebebiyle Kuzey ve Güney Amerika’yı etkisi altına alan ve şubat ayı içerisinde de Avrupa’ya yayılan, geçtiğimiz günlerde WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından “pandemik hastalık (tüm dünya yüzeyi gibi geniş bir alanda yayılan salgın hastalık) ilan edilen Koronavirüs tüm dünyada adeta bir kaos ortaya çıkarttı.
Özellikle virüsün kolay şekilde bulaşması, solunum yollarına verdiği zarar ve yaşlı bireylerdeki yüksek ölüm oranı insanlar tarafından en kaygı verici kısmı. Özellikle bu durum gerçek mahiyette bir kaos oluşturması sebebiyle biyolojik savaş, politik hastalık, tek dünya devleti, ekonomik düzen değişimi gibi birçok komplo teorisi üretiliyor.
Yine WHO’nun son açıklamasıyla yaklaşık üç aylık bir sürede virüsün etki merkezi Avrupa olarak ilan edildi. Her ne kadar Çin Devleti’ne dünyayı bilgilendirme konusunda güvenilmese de son yaşanılan vaka sayıları ve ölümlerde, İtalya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinden geliyor. Geçtiğimiz hafta Sağlık Bakanı sayın Fahrettin Koca “Avrupa’dan gelen bir kişinin” testinin pozitif çıktığını söyleyerek, dünyada Koronavirüs’üne karşı güvenli bölge olarak ilan edilen Türkiye’de de Koronavirüsün ortaya çıktığını belirtti.
Virüsün ölümcül vakalara sebebiyet vermesi, tüm insanlığın, devletlerin, kanunların ve sözleşmelerin en temel koruduğu kavram olan “insan yaşamına ve vücut bütünlüğüne” kasteder nitelikte olması da tüm insanlık adına korkutucu sonuçlar doğurabiliyor.
Bu süreçte Türkiye tüm dünya kamuoyu tarafından aldığı önlemler nedeniyle takdir kazanarak prestijini artırmıştır. Özellikle riskli bölgelerden birçok uçuşu durdurması, riskli bölgelerden vatandaşını koruyarak “vatandaşlık bağına” önem vermesi ve sürecin bilim kurulu tarafından yönetilmesi de tüm herkes adına umut verici durumlar.“Coronavirüs alacağınız tedbirden daha güçlü değildir” sloganı da sürecin en başarılı sloganı diyebiliriz.
İşte tam bu durumda kişisel hijyen ve toplumsal davranışlar yeterince ön plana çıkıyor. Özellikle Sağlık Bakanlığı’nın önlemlerini de küçükten büyüğe herkesin öğrendiğini söylememiz mümkündür. Bu tedbirlere uymak ve önlem almak hepimizin ortak vatandaşlık görevidir. Bu yükümlülük kanunen de yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Ortada korunan değer “kamu sağlığı” olduğu için belirli cezai sorumluluk da ortaya çıkmaktadır. Bu konuda ülkemizde Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanununda da bir takım düzenlemeler öngörülmüştür.
BULAŞICI HASTALIKLARA İLİŞKİN CEZAİ DÜZENLEMELER Türk Ceza Kanunu madde 195 :
"Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi,iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Maddenin hükümet tarafından eklenme gerekçesi de gayet açıktır: “Maddede, bulaşıcı hastalıklara yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş bulunan kimselerin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uyulmaması, suç olarak tanımlanmıştır. Böylece kamu sağlığının korunması amacı güdülmektedir.”
Bu yükümlülüklere uymayarak kamu sağlığını tehdit ederek ihlal eden kişiler Ceza Muhakemesi Kanunu 109. Maddesi’nin 2. Ve 3. (j), (k), (l) fıkralarına istinaden; “konutu terk etmemek, belirli yere girmemek veya belirli yerden çıkmamak “üzere adli kontrol kararı uygulanabilir.
VİRÜS VE TURİZM SEZONU
İnsanlık adına ortak değerlerden sonra insanların aklına gelen en önemli olgu ise “geçim kaygısı” diyebiliriz. Özellikle Koronavirüs sonrası yaşanan karantina uygulaması, ekonomik dengeleri de alt üst etti. Ülkemizde de görüldükten sonra aynı diğer ülkelerdeki gibi marketlere, eczanelere ve perakende kolonya dükkanına yapılan toplu yığılmalar da bu virüsün getirdiği diğer bir kaos olan “geçim kaygısını” ortaya çıkartıyor.
Özellikle yüzbinlerce kişinin doğrudan, milyonlarca kişinin dolaylı yoldan geçimini sağladığı “turizm sektörü” Koronavirüsten en fazla etkilenecek ve hatta darbe yiyecek sektör olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Daha önceki senelerde ülkemizde yaşanan “darbe girişimi, ekonomik sıkıntılar, terör olayları ve Rus uçağının düşürülmesi” gibi birçok olay turizm sektörüne sürekli olarak darbe vurmuşken, her seneye yeni bir sayfa açan turizm esnafı Rusya ile uzlaşılan ateşkes mutabakatı sonrası yeni nefes almışken; dünyada kaos oluşturan bu virüs özellikle Turizm Bakanı sayın Mehmet Ersoy’un turizm sezonunun başlangıcı için yapmış olduğu “Nisan sonu” açıklamasıyla da turizm esnafının “karalar bağladığını” söylememiz hiç de zor olmayacaktır. Son dönemde sadece dört, beş ay iş yapabilen esnaf buna alışamayıp eski günlerini ararken maalesef haklı olarak virüsü değil, virüsün ekonomik boyutunu düşünmek zorunda kalıyor. Turizm sezonunun Nisan’a alınmasının hükümet gerekçesi haklı bir sebebe dayansa da maalesef turizm esnafı açısından durum hiç açıcı değil.
Sezon başlangıcına çek yazan, kira sözleşmesi yapan, mal alan/satan herkesi bu durum fazlasıyla tedirgin ediyor. Her ne kadar Sağlık ve Turizm Bakanlarının açıklamaları Nisan Ayı sonunu işaret etse de WHO tarafından virüsün sıcak aylarda etkisini kaybetmediği açıklamaları potansiyel tatilciler açısından da olumsuz bir durum oluşturuyor.
Turizm sezonundaki potansiyel müşteri grubu, sağlık sebepleriyle bir gün sonrasına plan yapamazken, kısa ve orta vadeli turizm sezonunun da bu durumdan etkilenmesi kuvvetli muhtemeldir. Bu durum ise, maalesef tatmin edici olmayan bir turizm sezonunu ve hatta hiç olmayacak bir turizm sezonunu işaret ediyor.
İşte tam da burda…
Cumhurbaşkanının başkanlığında yapılan toplantı sonrası, sayın Cumhurbaşkanı, yüz milyar TL’lik “ekonomik destek paketi” açıkladı. Bu paketle beraber;
*Nisan, mayıs, haziran aylarındaki SGK primleri altı ay ertelendi…
*Konaklama vergisinin Kasım ayına kadar uygulanmayacağı kararlaştırıldı…
*Otel kiralamalarına ilişkin irtifak hakkı bedelleri ve hasılat payı ödemeleri Nisan, mayıs, haziran ayları için altı ay ertelendi…
*COVİD-19 salgınında alınan tedbirler nedeniyle nakit akışı bozulan firmaların bankalara olan anapara ve faiz ödemeleri üç ay ertelenmesi ve gerektiğinde finansal olarak destek kararı verildi…
*Salgın nedeniyle işlerinin olumsuz yönde etkilendiğini beyan eden esnaf ve sanatkarların Halkbankası’na olan kredi borçlarını Nisan, mayıs, haziran ayı için anapara ve faiz ödemelerini üç aylık ve faizsiz şekilde ertelendi…
*COVİD-19 nedeniyle olumsuz etkilenen firmaların ve KOBİ’lerin likidite ihtiyacını karşılamak için Kredi Garanti Fonu limiti, yirmiş beş milyar liradan eli milyar liraya çıkartıldı.
Bir kesim tarafından takdir görülen bir kesim tarafından da yeterli görülmeyen bu paketin turizmi doğrudan etkileyecek maddelerini böyle sıralamamız mümkündür.
Bu tedbirler kadar önemli olan bir şey ise Sayın Cumhurbaşkanı tarafından şu şekilde açıklandı:
*Koronavirüs etkisiyle Nisan, mayıs ve haziran ayı içerisinde temerrüde düşebilecek olan firmaların kredi siciline “mücbir sebep” notu düşüleceğini beyan etti.
VİRÜS VE TURİZM SÖZLEŞMELERİ
Çünkü tüm toplumu etkileyen salgın hastalık, hukuken “mücbir sebep” (Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.) sayılmaktadır. Kısacası bu mücbir sebep sebebiyle borcunu yerine getiremeyen taraf borcundan sorumlu tutulamayacaktır. Önüne geçilemeyen, olağanüstü bu durum özellikle turizmin içinde bulunan herkesi doğrudan, turizm ile bir şekilde bağlantısı olanları dolaylı yoldan etkileyecektir. Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından kıyasla gelecek süreçte; özellikle taşınmazlarını turizmcilere kiraya veren mülkiyet sahiplerinin kiracılarıyla olan kira sözleşmelerinin de yeniden düzenlenmesi gerektiği, hizmet sözleşmesi yapanlar için de tüketici kesimin haklı nedenle feshi ve hakkaniyet esası, işçilerin haklı nedenle feshi ve benzeri birçok hukuki mesele gündeme gelecektir.
Sadece Alanya’nın değil, tüm dünyanın her açıdan bıçak altında olduğu bir dönemde; özellikle birliktelik ve yardımlaşmanın en üst düzeyde olması gerekir. İnsanlarla ticaretimize ve ilişkimize azami düzeyde özen göstermemiz gerekir. Alanya’da da turizm sezonu adına binlerce dükkânın, yüzlerce otelin kiraya verildiği, binlerce kişinin istihdam edildiği, binlerce kişinin ailesini geçindirdiği düşünülürse; özellikle yapılan kira sözleşmelerinin hakkaniyete uygun hale getirilmesi, iş sözleşmelerinde işçi-işveren arasındaki kamu adaletinin sağlanması, hasılat ortaklıklarında zararların denkleştirilmesi yani turizm ile ilgilenen herkesin bir kısım fedakârlıklar yapması gerekiyor. Aksi takdirde taraflar arasındaki uyuşmazlık yargısal boyuta ulaşacak, mahkeme yoluyla çözülecektir.
Bu sebeple ülkece bir ve bütün olmamız gereken bugünlerde ekonomik kaygılarla hareket etmek yerinde olmayacaktır. Önemli olan bu süreci maddi ve manevi olarak en az kayıpla atlatmak ve kişiler arasındaki ekonomik dengeyi toplumsal fedakarlık ve hoşgörü ile ayakta tutmayı sağlamaktır. Devletimizin açıkladığı tedbirlere uymak ve bu ölçüde hareket etmek de büyük önem arz ediyor. En kısa sürede, milletimizin ve tüm insanlığı bu belayı defederek yaşamlarına kaldığı yerden devam etmesi hepimiz için en büyük temennidir.
Kısa dönemde, eski günlere tekrar dönmek ümidiyle ama şimdi #EvindeKal.