İnsanoğlu varoluşunda bulunduğu toplum içinde yaşamak zorunda ve coğrafya bir kaderdir. Atalarımızın bize vatan olarak bıraktığı Anadolu ve Rumeli; birçok eski medeniyetin beşiği ve sonunda kadim medeniyetimiz İslam’ın yaşandığı bereketli topraklar…
İnsan fıtratı gereği ilişkilerinde güven duyduğu kişilere yakındır, kendini emin hissettiği toplumlarda bulunmak ister. Güvenilir olmayı, doğruluğu, dürüstlüğü imanın vazgeçilmezi gören medeniyetimizin yaşandığı bir toplum eskiden fevkalade önemliydi. Önemliydi çünkü bugün o toplumdan çok uzağız ve sonuçlarını çok acı bir şekilde görüyoruz…
Çağımızda hayat tecrübesi arttıkça yaşanılanlar insanları bu yüzden hakikatte yalnızlaştırıyor. Sahte kalabalıklar bir menfaat veya bir mecburiyet hissi ile olsa da huzuru sağlamaktan çok uzak. Aldatılmak hiç kimsenin bile isteye kabul edeceği bir durum değil şüphesiz. Ancak aldatılacağını hatta aldatıldığını bilerek gücün yanında olma ihtiyacı da yine bir güven duygusu zorunluluğundandır. Zira asıl güç sahibinin yani Yaratıcı’nın inancı kalbinde yer etmeyen bireylerin ve onların oluşturduğu toplumların güdülmesi için bu bir adımdır…
Toplumların dönüştürülmesi ve sömürülmesi uzun zaman alan çalışmalar neticesinde gerçekleşir. Önce yapılan kötü işlerin meşrulaştırılması ve sıradanlaştırılması sağlanır. Başarıyı makam, mal ve şöhret ile sınırlayan algı; devletin imkanlarını kullanarak zengin olmayı takdir eder. Örnek olarak tarla değerindeki boş verimsiz arazilerin imara açılacağını planlayıp, arsaları satın aldıktan sonra değerlenen yerlerden korkunç rant elde edenlerin “çok akıllı adam” diye övüldüğü gibi… Kanunların boşluklarından faydalanıp veya denetlemekle görevli kişilere rüşvet verip servetine servet katanların alkışlandığı gibi… Haksız kazançlarıyla elde ettiği mal varlığını başkalarının üzerine yapıp yurtdışına kaçıranlara imrenildiği gibi…
Kamu kaynakları yani devletin malı kimin? Vatandaşların vergileriyle toplanan paralar tabii milletin. O devletin bayrağı altında yaşayan askerliğini yapan vergisini ödeyenlerindir. Yani devletin bir kuruşunu hile yoluyla çalan; o bir kuruş için milyonlarca insanın pay sahibi olduğu bir hırsızlık yapmıştır. Medeniyetimiz bize; şehit olanın bile şehitliğinin devlet malına uzanan eli yüzünden geçersiz olduğunu söyler. Kul hakkı da cabası yani milyonlarca insanın helalliğinin alınmasını gerektiren bir ciddi durum için ne kadar vicdanımız sızlıyor?
Kararlarımızda vicdanımızı sorguluyor muyuz?
Sözümüz, sorumuz ahiret hesabı olanlar içindir.
Muhabbetle…