25 Kasım günün sembolleştiren hikâye; Dominik Cumhuriyeti'nde sıradan ev kadınları ve anneleri olan Mirabel Kardeşler olarak tanınan Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Terasa isimli üç kız kardeşin Clandestina Hareketini başlatarak, Rafael Trujillo hükümetinin ülkedeki adaletsiz yönetimine karşı başlattıkları özgürlük mücadelesinin günüdür…
Mirabel kardeşlerden birinin kod adının “kelebek” olması sebebiyle 3 kız kardeş “kelebekler” adıyla anılmaya başlandı.
Mirabel Kardeşler mücadeleleri boyunca her türlü şiddet ve baskıya maruz kaldılar. Clandestine Hareketi’nin ülke çapındaki direnişi tüm şiddeti ile devam ederken, 25 Kasım 1960 tarihinde Mirabel Kardeşler diktatörlük askerleri tarafından tecavüz edilerek katledildiler. Bu durumu hükümet kamuoyuna “araba kazası” olarak duyurdu. Daha sonra halkın ülke çapındaki ayaklanışıyla, üç kelebeğin ölümünden bir yıl sonra diktatörlük yıkıldı.
Mirabel kardeşlerden Minerva Argentina “Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü” diyerek mücadelesini vermiştir. Değişim istiyorsak aradığımız güç kendimizde. Öncelikle bize öğretilen kodların değişerek zihnimizde ve dilimizde dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin kökeninde sadece ataerkil kodlamalar değil, erkeğin kadına üstünlüğü, kadını hor gören, kadına karşı düşmanca duygular besleyip bunu normalleştiren bir kültür baskındır. Farkında olmadan toplumda büyük bir çoğunluk da bunu içselleştirmiştir. Aileler tarafından kız çocuklarına cinsiyetiyle ilgili yetersiz olduğu sistematik şekilde veriliyor. Kız çocuğunun erkek kardeşine hizmet etmesi, onun sözünü dinlemesi, erkeklerin kızlardan çok daha üstün olduğu öğretiliyor. Erkek çocuğuna ise, kadınlara göre güçlü olduğu, onu korumak için her şeyi yapmasını (örneğin şiddet uygulaması gibi), kadınları şımartmaması, kadınları her zaman cinsellik için ve işini yaptırmak için de kullanabileceği öğretiliyor. Bu anlayış yavaş yavaş değişmeye başlıyor ancak yine bir kodlama devam ediyor değişim içinde. Kadına şiddete hayır derken, erkeklere de sevgi dili gibi ifade edilen “emanet”, “hediye”, melek” gibi kelimeleri sıkça kullanılarak egemenlik kodlamarı öğretiliyor.
Kadın insan, erkek insan; şeklinde kavramlandırmalıyız. Şimdi bu kavramlara insani değil cinsiyetçi kodlarla baktığımıza bir örnek verelim: Kadın basketbolculara “Potanın Sultanları” erkek içinde “Erkek Basketbol Takımı” kullanılıyor. Burada kadın basketbol takımı için kulağa hoş gelmiş gibi olsa da bu sıfat aslında kadın kelimesini kullanmayarak kadını yok sayıyor. Kadını ikinci sınıf bir varlık olarak tanımlayıp ona her türlü kötülüğü ve şiddeti uygulayacağını düşünüyor veya kadını kendi egemenliği altındaki bir varlık olarak tanımlıyor; sultanım, prensesim, çiçeğim diyerek de başka sıfatlarla egemenlik kodlamarına devam ediyor. Bunun sadece bir sevgi ifadesi olduğunu düşünmüyorum. Felsefeci Hannah Arendt’in “Dünya ne insanlar tarafından yaratıldığı için ne de insan sesi çınlıyor diye insanidir, yalnızca diyalog nesnesi olduğunda insani olur…. Dünyada ve bizde olup biteni konuşarak insanileştiriyoruz ve bu konuşma içinde insan olmayı öğreniyoruz. Dostluk sohbetlerinde gerçekleşen bu insaniliği Yunanlar philanthropia – ‘insan sevgisi’ – olarak adlandırıyordu, çünkü dünyayı diğer insanlarla paylaşmaya hazır olmak içinde tezahür ediyordu.” İfade ettiği gibi vereceğimiz mücadele dilimizden zihnimize yeni bir kod yerleştirmek: Kadınım ve insanım.