Elmanın dışı ve içi olduğu gibi, dinin de bir zâhirî, bir de bâtınî yani iç yapısı vardır. Din kitaplarının bir kısmı şekilcidir. Namazın nasıl kılınacağını, abdestin nasıl alınacağını anlatır. Görünüş itibariyle bunlara çok iyi riâyet edilebilir, “zarf çok güzel olabilir ama, mazruf, zarfın içindeki iyi olmayabilir. Tasavvuf içe önem veriyor, için güzel olmasına önem veriyor.” Dinin özüne, kalbe bakıyor. “Dış şekil itibariyle, bir şey güzel görünebilir. Ama içinden güzel olmayabilir. Birisi size çok saygı gösteriyor gibi yapabilir, önünüzde reverans yapar, tebessüm eder; ama azılı düşmanınız olur, arkanızı döndüğünüz zaman sizi çelmeleyecek veya hançerleyecek olabilir. Demek ki dışı güzel ama içi güzel değil…”

İç güzelliğine önem veren tasavvufun bu iç güzelliği seküler bir iç güzelliği değildir. İnanca dayanmayan, pozitivist ve Sokrates’in ahlâkı gibi değildir. “İnanca dayalı, Allah’a inanmaya ve Allah’a hesap vermeye yönelik bir samimiyet içindeki bir güzel ahlâk”tır. Dinî olduğu için de tasavvufun ilk meselesi Allah’a inanmak, Allah’ı bulmaktır. Buna tasavvufun verdiği tabir de ma’rifetullah ve irfandır.

Ecdâdımızın İslâmiyet’i kabûlünün müsteşriklerin iddiasının tersine sıradan ve sosyal ve coğrafî şartlar dolayısıyla tesâdüfî bir kabul olmadığı açıktır. Onlar mevcut bütün inançları tanıyıp, tadıp tercih ederek müslümanlığı seçmişlerdir. O’na göre ecdâdımız tasavvufla yoğrulmuştur. Milletimiz mutasavvıf bir millettir. Kültürümüzde, mimarîmizde, konuşmamızda, edebiyatımızda, örfümüzde, âdetimizde tasavvufun tesiri vardır. Osmanlı halkıyla, münevveriyle hatta padişahlarıyla mutasavvıftır.

Tasavvuf aslı ve esası Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sünneti olduğu halde bu, ayrıntıda katı ve yeknesak bir tarz da değildir. Mutasavvıf olup da, bölgeleri farklı olduğu için farklı görünümler arz eden ülkeler vardır. Bu çerçevede Hindistan’daki tasavvuf ile Kuzey Afrika’daki tasavvuf, Tunus’taki, Cezayir’deki, Yemen’deki, Orta Asya’daki tasavvuf hiç aynı değildir. Fakat bütün bunların üstünde İslâm tasavvufunun başka tasavvuflardan çok net ve bâriz bir farkı vardır. İslâm tasavvufu Batı mistisizmine, Hint mistisizmine, Yunan panteizmine benzemez. Çünkü kaynakları çok farklıdır. Farklı kaynaklarla farklı müesseseler oluşmuştur. Müşterek kullanılan kelimeler bile her yerde aynı değildir. Harfler bile farklıdır. Bizim “v” harfimizle, Arab’ın “v” harfi farklıdır. Ancak bütün bu farklı tonlarına rağmen tasavvuf gerçek ihtiyacı karşıladığı için o ihtiyacı duyan herkes, bu müesseseye yanaşmaktadır.

İslâm’ın, hayat dini olduğunu, toplumsal tarafı çok kuvvetli olan bir din olduğunu belirtmiştik. Gündelik hayat ve İslâm’ın bir özge yaşayış biçimi olan tasavvuf her zaman iç içe olmuştur. İslâm’ın üretmiş olduğu değerler sistemi içinde zaten ruhban bir sınıf yoktur. Şeriat ile hakikat veya başka bir deyişle zâhir ile bâtın, bir arada ve gönül gönüle yaşamışlardır. Bu gönül gönüle oluş toplumsallığın mahiyeti açısından da önemli bir etkendir. Tasavvuf dün olduğu gibi bugün de hayatla candan ilişkilidir. Tasavvuf, toplumun kamu değerlerinin özü ve özeti olan ahlâkın okuludur. Öğrenmek zekânın yapmak ahlâkın işidir. “Toplum arasındaki münasebetleri düzenleyen konuya ahlâk denildiğini” söyler bir tasavvuf âlimi ve “ahlâk, toplumun bir kurumudur, insanlar arasındaki münâsebetleri düzenler. İşte tasavvuf, o toplum münâsebetlerini en güzel, en fedâkâr, en hasbî, en menfaat duygusundan uzak şekilde düzenleyen bir eğitim verdiğinden, bugün de sevilmektedir” diye devam eder.

Tasavvufa bakışı ve tasavvuf anlayışını ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız bu cümleler ile bir tarif ortaya koymak iddiasında değiliz. Nazariye geliştirme peşinde hiç değiliz. Hâli yaşayan bir îman ve aksiyon insanı olmak üzere seyrü sefer halindeyiz. Tasavvufu tarif etmek için bir şeyi şuurda zaptetme endişesi de taşımıyoruz.

Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Hazretleri’nin Câmiu’l-usûl isimli kitabındaki “Bütün tarîkatları inceledim. Bütün tarîkatlarda müşterek olan esas hizmet’tir” sözünden hareketle her tarîkatın kendine göre ince farkları olduğunu ama bütün tarîkatlarda ortak olanın hizmet olduğunu vurgulayarak aslında bütün görüşlerinin ve hayat anlayışının özetini vermektedir.

İbadet, kişinin iyi insan olmasına hizmet etmedikten sonra boş çabadır.

Selam olsun iyi insanlara...

Muhabbetle...