Tanımıyor kimse kimseyi Ve kendini tanımak istemiyor İnsan tanımazsa kendini İnsan nasıl var olabilir… Gülten Akın şiir dizelerinde ne güzel anlatmış, insanları tanımak istemediğimiz gibi kendimizi de tanımadığımızı. Birçok kişiye sorsak ben kendimi tanıyorum der, ayrıca başkalarını da tanırım ve onlara da saygılıyım der. İlginç olan saygılıyım derken kullandığı dil ile karşı tarafı ötekileştirip, inciten bir ifade kullanır. Nasıl mı? Ya bizim apartmana da yeni biri geldi, engelli ama çok iyi bir insan ya da açık ama güler yüzlü, kapalı ama samimi, yoksul ama çok geliştirmiş kendini, zengin ama alçak gönüllü, buralı değil ama bizden biri gibi gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bu ön yargıların dilden dile aktarımını yapıyoruz farkına varmadan, saygı duyduğumuzu ve kabul ettiğimizi ifade ederken karşı tarafı inciten ötekileştirmeyi aktarıyoruz. Her ifademizin yanına onun bizden olmadığını ifade eden sözler ile tamamladık cümlemizi. Bu da toplumsal olarak bir dil oluşturmuş oluyor ve bilinçaltında farklı dinamikleri tetikleyerek olumlu ifadelerimizi, öfke, kızgınlık, ötekileşme kavramlarını bilinçte ortaya çıkarmış oluyor. Nasıl olduğuna baktığımızda psikanalitik açıdan aşağılanma, incinme, öfke ve intikamın birbirini izleyen süreçler olduğunu görürüz. İster bir bireyin, ister bir grubun aşağılanması, değersizleştirilmesi, adaletsiz davranılması o kişi ya da grupta incinme, öfke ve intikam duygularına yol açar. Ayrıca birey, bir grup içinde yer aldığında bireysel davranışlarından farklı da harekete geçme özelliği kazanır. Bu konu da Freud şöyle der: Tek kişinin yatkınlıklarını, içtepilerini, dürtülerini ve amaçlarını o kişinin davranışları ve hemcinsleriyle ilişkilerine varıncaya kadar araştıran ruhbilim, diyelim üstlendiği görevi eksiksiz yerine getirdi ve adı geçen sorunları bir açıklığa kavuşturdu. O zaman kendini yeni bir ödev karşısında bulacak, çözüm isteyen bu ödevin ansızın önünde belirdiğini görecektir. Tanıdığı bireyin duygu, düşünce ve davranışları, belli bir koşul gerçekleştiği, yani birey “psikolojik kitle” özelliği kazanmış bir topluluk içine karıştığı vakit nasıl olup da beklenilene uymayan bir doğrultu izlemektedir? Buna göre ne anlam taşımaktadır, kitle ve bireyin ruh yaşamını böylesine derinliğine etkileme gücünü nereden almaktadır? Ayrıca, kitlenin bireyde zorla sağladığı ruhsal değişimin iç yüzü nedir? Freud’un bu sorularından sonra, ünlü “Kitle Psikolojisi” kitabının yazarı Le Bon bu konudaki analizin de der ki: Psikolojik kitlede en tipik özellik şudur. Kitleyi yaratan bireyler, ne türden olursa olsun, yaşayışları, işleri güçleri, karakterleri, zekaları birbirine ne denli benzerse benzesin ya da birbirinden ne denli ayrılırsa ayrılsın, kitleleşme sonucu, yalnız ve yalnız bu nedenden ötürü ortak bir ruh kazanır. Dolayısıyla, her biri tek başınayken hissedeceği, düşüneceği ve davranacağından bir başka türlü hisseder, düşünür ve davranır. Öyle duygu ve düşünceler vardır ki, birbiriyle kaynaşıp bir kitle oluşturmuş bireylerde rastlanır ancak, ya da ilgili bireylerde eylemlere dönüşür. Bir organizmadaki hücreler nasıl bir araya gelerek tek bir varlık oluşturmuşsa, psikolojik kitle de bir an için birbiriyle kaynaşmış heterojen öğelerin oluşturduğu geçici bir varlıktır. Sonra da devam ederiz tekrar: “Aslında hiç de öyle bildiğimiz gibi değilmiş”, “dışarıdan göründüğü gibi biri değil”, “yanlış tanımışım” gibi deyişlerle hayal kırıklıklarımızı veya pişmanlıklarımızı dile getirirken buluruz kendimizi. Dışımızdakilere, bizden olmayanlara, farklı olana; farklı etnik kökene sahip olanlara, farklı dili konuşanlara, farklı inanışa sahip olanlara, farklı görünüşü olanlara genelde önyargı ile yaklaşır, onları önyargı ile değerlendiririz. Toplumsal önyargılarımız öyle hemen yok olmuyor maalesef. Bunun için toplumların yeni bir zihniyet formuna bürünmesi gerekiyor. Önyargılar, birbirleri hakkında yanlış bilinenler geçmişten bu yana var olmuştur. Tüm bu bilgilere baktığımızda, gerek dilimizde kullandığımız ilkel savunma düzenekleriyle harekete geçen bireysel ötekileştirmeler, gerek kitle psikolojisiyle devinen ötekileştirme ve düşman yaratma eylemleri, hem bireyi hem toplumsal yapıları ciddi ölçüde incitir, örseler ve şiddetin doğuşunun temellerini oluşturur. Hem bireysel hem de toplumsal farklılıkları kabul ederek ve farklılıklara saygı duyarak yaşamak hem bireyin hem de toplumun zenginliğidir. Kendimizi tanırken diğer insanları da ötekileştirmediğimiz, barış içinde bir yaşam umuduyla…