Doğayla bütünleşmiş bir millet deseler,doğadaki pek çok refleks ve kanunu milli benliğine monte etmiş ,uyarlamış bir millet deseler,günlük sosyal yaşam ,dini yaşam,ekonomik yaşam ,askeri yaşam vb alanlarda bile en belirgin özellikleriyle bile doğanın kendisini hissettirdiği millet deseler ,kuşkusuz Türkler ve Türklük akla gelir.
Malum Türkler bozkırın ,Orta Asya bozkırının ve dahi dünyanın en asil milleti.Bu asalet kendilerini dünyayı yönetmeye namzet olarak görmelerindeki en etken güçlerden birisi.Bozkırın her bir yanında on binlerce sürüyle,doğanın en sert yüzüyle mücadele edile edile kazanılan bir kimlik,Türk kimliği.Konar göçer toplum olmak,hayvanların sevk ve idaresi ,hayvanın hayatta kalmasını tesis ve düşman unsurlardan koruma dürtüsü ve çabası ,Türk milli kültürü üzerinde çok etkili.Türklerin devlet kurmadaki örgütlenme hızı ve kabiliyeti,yüzlerce yıl dünyayı sevk ve idaresi,kalabalık insan ve ordu topluluklarını sevk ve idaresinin temelinde doğa kanunlarına karşı hayvanların sevk ve idare edilmesinde yatıyor desek abartmış olmayız sanırım.
Evet Türk ot peşinde koşacak ,koşacak ki sürüler hayatta kalsın.Nerede yeşermiş ot ,oraya gidecek Türk.Lakin Türk , et de yiyecek.Türk, askerlerine ve komutanlarına talim ve taktik ,manevra ve zihin jimnastiği elde edeceği ve bunu bir kurallar ve adaplar çerçevesi içinde bir disiplin haline getirip ,hars dünyası içinde önemli bir olgu ve olay olarak göreceği yaşam stiline döndürecek.Türk,evladına,balasına daha çocukken ,toyken aynen ordusuna kazandırmak istediği bütün kazanımları ferden ferda kazandırmanın gayreti ve ızdırabında olacak.Olacak çünkü bunun ızdırabını ,stresini çekmezse bilir ki evladı da ,ordusu da hayatın acımasız kanunlarına karşı hazırlıklı olamaz.
Orta Asya (Türk Eli) menşeili dini inançlarımızın hemen hepsinde ,Tabiat Varlıklarına İnanç,Şamanizm vb hayvan olgusu geniş yer tutar.Hatta Şamanizm’deki ,bu bağlamda dua ritüelinin ana espirisi hayvan neslinin devamını sağlama amaçlı büyülerin yapılıyor olması buna en güzel örnektir.O kadar ki;Türk,çocuğuna hayvan isimlerini verecek, özellikle av hayvanları isimlerini verecek kadar kendisiyle bütünleşmiş addediyordu meseleyi.Alakuş,Karaca,Şahin,Doğan,Arslan ,Kılıçarslan,Aksungur,Afşin isimleri Oğuz’da töreleşmiş bir av kültürünün kaçınılmaz sonucu olmuş.Türk ,av hayvanlarından elbette etinden,derisinden( çizme,tulum),boynuzundan (müzik aleti ve kesici alet sapı,kürkünden (kıyafet, börü yani bere-kalpak,keçe mamulünden külah ),kemiğinden (kızak ve kayak malzemesi) yararlandığı gibi,bunlardan meydana gelen bir ticari yaşamı da vardı.

Türk’ün hiç de siyasi olmayan ,Atatürk’ün de sıklıkla uyguladığı ve dikkat çektiği üzre ,ulusal olan bir Bozkurt kavramı vardır.Orta Asya bozkurdunun bütün özellikleri neredeyse Türk milli duruşunda ve öz benliğinde yaradılıştan var olduğu için bunu da kendisine simge olarak almasını bilmiştir.Özellikle sürek avlarındaki ve savaşlardaki hilal yani turan taktiğini de ,kurtların tabiatta hasım ve av hayvanlarına karşı uyguladıkları kurt kapanı taktiğinden alması da manidardır.Elbette özgürlüklerine düşkün olmaları,esaret yerine ölmeyi yeğlemeleri,düşmana arkadan saldırmaması,saldırmadan önce uluyarak hasmına meydan okuması,sürüdeki hasta ,yaşli ve dişi kurtlara öncelik verecek şekilde bir yürüyüş ve yaşam nizamı vb belirleyen teşkilatçı yapılarının olması,ataerkil yaşamları olması,her bozkurt sürüsünün bir liderinin olması ve onun sözünden çıkmaması, bozkurdun eşini kıskanması,diğer hayvanların aksine bebek bozkurdun ebeveyni ölse de ,ölmemesi zira diğer bozkurtların ( milletin her bir ferdi olarak da düşünülebilir) bebeğe sahip çıkıp ölümünü engellemesi, yavrulu hayvanlara saldırmaması,yiyeceği kadar av yapması,Türk’ün yaşamında çok ama çok kalıcı bir yer bulmasına sebep olmuştur.Çünkü Türk’ün milli benliğinde olan şeylerdir bunlar.
Türkler içinde av konusu, en çok Oğuzlarda önemsenmiş ve töreleşmiş.Biz Oğuz Türküyüz.Atamız Selçuklu ve Osmanlı da öyle .Dolayısıyla 18.,19. yüzyıla kadar süregelen ,belirli bir disiplini olan avcılık konusu devlet ve millet hayatımızı hep meşgul etmiştir.Selçuklular ve hususan Anadolu Selçuklularında av köşklerinin yapılması (avhane) hem meseleye verilen ehemmiyet hem de av hayvanlarının ve dahi sürek hayvanlarının nerelerde yapılabileceğine ve yapılabildiğine dair bizlere ip uçları vermektedir.Alanyamızda Hasbahçe (yer yer),Sugözü,Demirtaş,Çıplaklı ,Hacı Baba,Gülevşen ,Alara gibi yerlerde av köşkleri –şikarhaneler yapılmış ve günümüze kadar da kalıntıları ulaşmış.Tabi bu av köşkerinin bazıları mesela Hasbahçe gibi olanları sadece av için yapılmamış.Zira Hasbahçe’nin konumu buna pek müsait olmamış.Av sonrası ,avlanan hayvanlardan sultan ya da beyin ziyafet vermesi teamüldü. Dolayısıyla av köşkünün etrafında bunu gerçekleştirebileceği geniş düz arazinin olması elzemdi.Hasbahçe’de bunu yapmak pek mümkün değil. En azından geniş kapsamlı ziyafetler için. Her ne kadar orijinal teraslama ve sekileme günümüzde yeni tarım ürünleri için bozulup yeniden konumlandırılsa da , arazinin eğimi bence ziyafet için çok da mantıklı gelmemektedir.Bunun için bence en önemli ziyafet mekanı Sugözü av köşkü çevresinde duvarlarla ayrılmış geniş düz arazi olmalı.Kaldı ki ikisi arasındaki uzaklığın bir kıymeti harbiyesi yoktur.Hasbahçe’de dinlenmeye çekilen sultan,ziyafet için yürüme mesabesindeki Sugözü av köşkünü adres gösterebilir.Lakin konunun üstadı, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Mehmet Ali Hacıgökmen hocamız “Türkiye Selçuklularında Avcılık “ adlı eserinde bu konuda farklı düşünmekte ve 57 dönümlük bir alanın surlarla çevrilmesini ,tarımdan ziyade verilen ziyafetler için ayrılan mekan olmasındandır görüşüne dikkat çekmekte.
Belki yeni nesil tabirle av partileri de denebilecek bu merasimler öncelikle et ihtiyacı,ordunun tatbikatı ve hakan-sultan ve yakınları için de önemli bir spor neşvesi içinde eda ediliyordu.Sultanın kendisi ,oğulları ve diğer hanedan üyeleri adeta savaşa gidermişçesine bir ciddiyetle katılırlardı.Görevli askerler kuşattıkları bir dağın içindeki hayvanları,okla avlanabilecek olanları sultanın bulunduğu yöne doğru sürmeleri ,büyük hayvanlar için kapan tarzı tuzak ,kafes gibi gereçler de dahil ediliyordu.Sultan ve maiyyeti önce ava başlarlar ,yorulunca da geri kalan görevliler hiyerarşiye göre sırayla devam eder, bu arada yüksekçe bir yerden bu av şenliğini seyre dalarlardı.Sürek avının belirli kurallara tabi olması,bazı kutsal sayılan geyik vb hayvanların bu süreçte sadece sultan tarafından avlanması,zevk için av yapmaya başlayanların ve neslinin kesilmesine neden olanların cezalandırılmaları ,av sonrası kemikli ve kemiksiz tarafın bile hangi makam sahibine geleceğinin belli olması ,günümüz akıllarını zorlasa da anlaşılabilir bir durum arz etmektedir.Hatta av şenliği sonunda Cuma günleri verilen yemek ziyafetine han-ı yağma denirdi.Sonrası etap ise müzik eşliğinde eğlence ve çevgan gibi ( polo sporunun atası ),cirit gibi,satranç gibi toplumsal etkinliklerin olduğu anlardı. Oğuz töresinde avsız geçen bir gün eksiktir anlayışı varsa bir toplumda ,av faaliyetinden zevk alınması ve bu derece önem atfedilerek yapılması anlaşılabilir olsa gerek.Bütün bu ameliyeler için o bölge halkının toptan seferber edilmesi,merkezden görevlendirilen bazı Türkmen aşiret ve obaların av bölgelerine iskan edilmeleri,vergi ve seferden muaf olmaları vb işler hep av hayvanlarının neslinin devamını sağlamaları,çoğaltılmasını sağlamaları ve av bölgelerinin av hayvanları için yaşanabilir mekanlar olmalarını sürdürülebilir halde tutmaları içindi. Bizim Avsallar ,Payallar,(pay alırlar),Dim,Dimalacami,Keşefli vb belde ve yörelerimizin isminin de ,zamanında buraya yerleştirilen av cemaatlerinden( cemaat-i Sayyadan) aldığını biliyoruz.

O kadar ki sarayda av hayvanları için özel görevliler vardı.Selçuklulardaki Emir-i Şikar sadece bu işe bakardı.Hatta bu avcılık anlayışının , Osmanlı saraylarında da ,iki yüzyıl öncesine kadar ,devlet kademelerinde yüksek mevkilerde kadro açılmak suretiyle ihdas edildiğini biliyoruz. Osmanlı’daki Doğancıbaşı (Şikar Ağası) bu iş için sorumlu en tepedeki devlet görevlisiydi.

Alanyamızı Alanya yapan Sultan I. Alaeddin Keykubat da çok iyi bir avcı idi.Bu bahsettiğimiz bütün süreçler kendi döneminde de en zirvede yaşandı.Alanya gibi kış aylarının bile insana huzur veren bir bahar gibi olan yerler ,avlak alanların tesis edildiği ,av köşklerinin serpiştirildiği ve sürek avları sayesinde orduların talim ettiği nadide yerlerdir.Buralar av hayvanlarının kolayca üreyip çoğalabilecekleri yerlerdir.Sultan Alaeddin de en çok Alanya’da Gedevet ve Türktaş yaylalarında avlanırdı.Buralarda da vakti zamanında av köşklerinin olduğuna dair rivayetler de yok değildir.Rivayet odur ki ;Sultan Alaeddin bugün bizim Kaplanhanı yaylası dediğimiz yerde Toros kaplanı avlarmış.Bu nedenle buraya bir han yaptırmış.Bu bilgi bir kesinlik ifade etmese bile çok yakın zamanlara kadar Oba beldesinde Toros kaplanının avlandığını biliyoruz.
Yapılan barış antlaşmalarında bile yenilinen Moğollar’a av köpekleri ve diğer av tutan hayvanlardan verilecek olması şartı bile meselenin devletler nezdindeki önem ve boyutunu anlatması bakımından dikkat çeker.Selçuklu Sultanı Melikşah ,I.Alaeddin Keykubat ve Alanyalı Anadolu Selçuklu sultanı II.Gıyaseddin Keyhüsrev de av ziyafetleri sırasında zehirlenerek ya da av hayvanları tarafından darp edilerek öldürülmüştür.Alaeddin Keykubatı yediği bir kuş etinin zehirlemesi,oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’i de av sırasında kapanda avlayıp ,sarayında beslediği bir kaplan tarafından öldürmüş olması,kendilerinin yumuşak karınları olan ve kişisel güvenlik refleksinin asgari düzeyde olduğu bu av sevgisinin nerelere kadar etki edebildiğini göstermektedir.
Bir sonraki yazımızda Geçmişten Geleceğe Alanyamızın tarih koridorlarında buluşmak üzere esen kalın.