Yaşamakta olduğumuz bu zor günlerde toplum olarak daha önce hiç olmadığı kadar birçok şey üzerine hem fikir halindeyiz.  Linç etmek, serzeniş, şikâyet… gibi Kültürel olarak bu duruma aslında biraz eğilimliyiz de. Şikâyet ve linç kültürümüzü inkâr edebilir miyiz? Şikâyet ve linç ederken birleşiriz, farklılıklarımız orada azalır hatta hiç olmadığımız kadar yakınlaşırız. Bu yakınlığa erişmek adına bazen iyi giden bir şeyden dahi eleştiri türetmek ve dahil olmak zorunda hissettiğimiz durumlar olmuştur. Bunları gerek sosyal medya üzerinden ve gerekse günlük yaşamımızda devamlı ne yok, ne eksik… gibi düşüncelerle araştırmaya başlarız. Güzel şeyler için ne yaparız? Özellikle mutluluk için hep temkinli olmaya çalışırız. Paylaşma, nazar değer, aman söyleme, övünür gibi görünür diye diye kendimizi baskılarız. Paylaşınca da acaba ne olur diye riskleri irdeleriz ve o andaki duygu da kalamayız. Yaşadığımız popüler kültür de bizi mutluluğu, güzelliği saklamaya, şikâyeti ve derdi paylaşmaya yöneltir. Bu döngü bir yerden sonra kendimizi sadece negatif duygulanıma sahip sohbetler ve akışlar içinde bulmamıza neden olur. Duyduğumuz, konuştuğumuz şey haline geliriz, ağzımızdan çıkanı gerçekleştirir, şikâyetin getirdiği negatif duygulanımla baş başa kalırız. Konuşmak ve paylaşmak tabi ki iyileştiricidir. Ancak güzellik, mutluluk da en az sıkıntı- şikâyet kadar konuşulmalıdır. Beğeniler, mutluluklar konuşulmayan pişmanlıklar arasında kalmamalı Yusuf Atılgan’ın yaşamındaki gibi. Şöyle ki; Oğuz Atay toplamda 10-15 cümlelik bir pasajdan yaklaşık 700 sayfalık bir kitap oluşturdu ve bitirilememesiyle ünlü olan Tutunamayanlar’ı Yusuf Atılgan’a göndermiş ancak Yusuf Atılgan hiç ilgilenmemiş; yakın çevresine de üzüntülerini bildirmiş. Oğuz Atay’ın vefatının ardından bunu duyan Yusuf Atılgan şunları söylemiş: “Tutunamayanlar’ı çok beğenmiştim ama böyle bir kitabı yazan birinin benim yorumuma ihtiyacı olmadığını düşünmüştüm. Keşke hayatta olsaydı da bunu kendisine söyleyebilseydim.” Mutluluk ve güzel şeyler ayna nöronlarca bedende hemen yer bulur tabi ki biz izin verirsek. Mesela gülen birine şaşkınlıkla bakarken birden biz de gülmeye başlamaz mıyız? Şikâyet ve linç kültüründen bir parça sıyrılıp, olumlu paylaşımları artırabilir miyiz? Buradan şu sonuç çıkmasın: “şikâyet yanlıştır.” Şikâyet etmek yanlış değil, tabi ki de olması gereken bir durum. Nasıl olmalı derseniz; şikâyet özellikle bir sorunu çözmek için dikkatli bir şekilde yapıldığında, bazen yardımcı olabilir. Buradaki önemli detay şikâyetinizi sınırlayarak ve kendinizi savunmak için kullanarak, sizi aşağı çekmek yerine bir amaca hizmet ettiğinden emin olarak yapılmasıdır. Donald Hebb’e kulak verelim “Beraber ateşlenen nöronlar birbirine bağlanır.” O zaman ateşlediğimiz nöronlar şikâyet mi,  linç mi, güzel şeyler mi, mutluluk mu bunu fark ederek bağlanalım birbirimize…