Ben artık salgın hastalık ile ilgili haberler görmek istemiyorum, internette her kafadan çıkan her sese kulak vermek istemiyorum. Bu süreç psikolojik olarak zorlandığım, güçlü hissetmediğim, işlevselliğinse giderek azaldığını gördüğüm bir duruma döndü. O zaman kendi ihtiyaçlarıma sahip çıkmak durumundayım diyerek ara verdim bu tarz haberleri izlemeye, okumaya…
Bu ifadeleri bu döneme has gibi gözükse de aslında yaşamımızda buna benzer cümleleri hemen hemen hepimiz kurarız. Bakalım tanıdık gelecek mi bu cümleler?
“Güne umutla başlamak istiyorum.”
“Artık sabahları erken kalkmak istemiyorum.”
“Kendime zaman ayırmak istiyorum.”
“Telefonda bu kadar vakit geçirmek istemiyorum.”
“İnsanları kırmamak için kendimi feda etmek istemiyorum.”
“Mutsuz olmak istemiyorum.”
“Bu insanları görmek istemiyorum.”
“Sosyal medyada bu kadar çok zaman geçirmek istemiyorum.”
“Spor yapmak istiyorum.”
“Yaşadığım ilişkiyi sürdürmek istemiyorum.”
“Her sabah uyandığımda ilk iş telefonuma bakmayı bırakmak istiyorum.”

Tanıdık geldi mi bu cümleler size de?
Cümlelerin hepsinde ortak bir model olduğunu fark edebildiniz mi peki? Bunlar; “…. -mek/-mak istemiyorum” veya “….’yı bırakmak istiyorum” kalıpları.
Bu cümlelerden anladığımız üzere hedeflenen neyi istemediğim üzerine. Olması istenilen şeylerle ilgili söylenen cümlelerin aslında isteği net ifade etmediği görüyoruz. Russ Harris, Kabul ve Kararlılık Terapisi üzerine kaleme aldığı “ACT Made Simple” isimli kitabında, bu kalıpların kullanıldığı cümlelere “Ölü İnsan Hedefleri” diye adlandırıyor. Ölü İnsan Hedefleri, ölü birinin yaşayan birinden daha iyi gerçekleştirebileceği, “yapmama” hali üzerine kurulu hedefler demektir. Ölü İnsan Hedefleri’ni Yaşayan İnsan Hedefleri‘ne çevirmek, yani yapmamaya değil de, yapmaya, aksiyon almaya odaklanan hedeflere dönüştürmeyi anlatıyor. Bunun için de “Diyelim ki bu şeyi yapmayı bıraktın gerçekten. Şimdi neyi daha farklı yapmaya başlayacaksın istediğin ya da hayalini kurduğun yaşama ulaşabilmek için?” gibi sorular ile devam eder kitap…

Bu düşünceleri nasıl beslediğimiz ile ilgili şu hikâye durumu çok güzel özetliyor: “Bir gün uyanıp evinizin kapısını açarsınız ve kapının önünde çok şirin bir kaplan yavrusu görürsünüz. Kaplanı evlat edinir ve evinize alırsınız.
Değerli kaplanınız miyavlamaya başlar ve onun aç olduğunu fark edersiniz. Kaplana biraz kıyma verirsiniz. Her miyavladığında ona daha fazla kıyma vermeye devam edersiniz.
Günler geçtikçe kaplanınız büyümeye başlar ve kıyma artık yeterli değildir. Artık, ona kaburgalar, pirzolalar, büyük et parçaları vermeniz gerekir.”
Düşüncelere de aynısı olur onları ne kadar beslerseniz, o kadar büyürler, aynı kaplan gibi. Diğer bir deyişle, düşüncelerinize daha fazla kredi verdikçe, daha büyük hale gelirler. Beslediğiniz düşüncelerinizin farkında olun çünkü kendinizi hayatınızın büyük bir kısmı onlar tarafından yönetilir halde bulursunuz.