Geçenlerde bir arkadaşımın ninesine ziyarette bulunmak için kırsalda bir mahalleye gittim. Bir saate yakın süren yolculuktan sonra Emine ninenin evine vardık. Bahçede toprakla haşır neşir olmuş sanki kendinden geçmişti. Onu öylece seyretmek ruhumun huzura kavuşmasının ilk anı oldu. Bizi fark edince her bir yaşanmışlığın izini taşıyan çizgi dolu yüzü aydınlandı, “oy benim yavrularım” cümlesinin sıcaklığıyla yanımıza doğru geldi. Hemen eline yetişmek istedim ama bir hışımla geriye çekilip “toz toprak ellerim, olmaz kirletme şimdi üstünü başını” dedi. Onun sıcacık yüreğine karşılık benim üstümün başımın ne önemi olabilirdi ki?
İki göz odasının yanında Emine ninenin deniz derya bir gönlü vardı. Ne yapacağını bilemez halde sorular soruyordu. Sabah erkenden hamuru hazırlamış, odunu yakmış, sacın üzerinde gözlemeleri pişirmek için sabırsızlanan halleriyle “açsınızdır siz ben pişireyim de sıcacık yiyin” dedi. Ne kadar “dur nine gel otur biraz, yaparız nasıl olsa” desek de “Can boğazdan gelir evladım” siz rahat edin ben hallederim diyerek avluya doğru geçti.
Önümde yeşilin her tonunun olduğu ve içlerine en fazla iki katlı evlerin yerleştiği manzaraya dalıp gittim. Gündelik hayatlarımızı düşündüm. Emine nineyi düşündüm. Hangimiz daha güzel bir dünya yaşıyoruz diye düşündüm. Bir çıkış yolu bulamadım. Tertemiz hava, sınırlı sayıda ev/insan, her şey elle tutulur gözle görünür yani sanal dünya yok, sabahtan akşama kadar devam eden uğraş alanı ve akşam dinlenme.
Burada hemen hemen birçok kişi sadece kendi rızkı için emek harcayıp fazlasının hırsında boğulmuyordu. Emine nine ve diğer ahalinin bir günü böyleyken bizler sabahtan akşama kadar acaba sadece kendi rızkımız için mi çabalıyorduk? Sanırım hayır, hatta kesinlikle hayır. Özellikle son dönemlerde yaşantımızın büyük çoğunluğu başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerine odaklanma üzerine şekilleniyor. Hepimiz bizim için konuşulanların peşindeyiz. Üstelik peşinde olduğumuz detaylar sadece anlık gelişiyor. O an kaçırdığımız ya da üzerine odaklanamadığımız her şey kara deliğin içinde kaybolurcasına yok oluyordu. Bu durum insan evladının kontrol mekanizmasını sosyal medya ve türevlerine teslim etmesine sebep oluyordu. Yani kısaca hepimiz göz teması kurmaktan aciz, sözlü iki lafı bir araya getiremeyen klavye bekçileriydik.
Tüm bu düşüncelerin arasında acılar içinde kıvranırken umudu yitirmemem gerektiğini hatırlatırcasına seslenen Emine nineye kulak verdim. “Kızlar hadi gelin gözlemeler, şepitler hazır.”
Daha neler hazırdı sofrada neler. Dalından domates, mis gibi kokan salatalık, bal kaymak tereyağı ve daha envai çeşit yiyecek. Uzun zamandır böylesine iştahlı yememiştim önümdekileri. Sanki o an kaybolacak ve bir daha bulamayacak gibi acele davranıyordum. Biz yedikçe Emine nine mutluluktan uçuyordu. Nasıl güzel bir duygu başkasına hürmet etmekten keyif almak. Menfaatsiz bir davranışta bulunmak. Sahi günümüz dünyasında bizlerde kaldı mı böyle erdemler? Yok değil mi?
Bu satırlar benim muhteşem geçen günümün sadece küçük bir bölümü. Belki ilerleyen yazılarda geri kalan notlarımı da iliştiririm. Yalnız şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Sözde belki bizim için Emine nine cahil, kendi kabuğunda, bir şey bilmez, yaşlı bir kadın. Yalnız başka bir hayatın mümkünlüğünü öğretecek kadar bilge bir kadın. Hatta bunun için büyük okullarda da okumadı. Sadece yüreğiyle yaşıyor, herkese yetecek bir dünyanın olduğunu bilmekle kalmayıp bunu davranışlarıyla da gösteriyor. Umarım sizlerin de yolu belli aralıklarla Emine ninelerin evine düşer..