İlet - İşim. Dil bilgisi kurallarında geçerliliği olmayan bu ayrımda; iletmenin işimiz olması ve işimize kıymet verdiğimizde doğru iletişim kurmamız bir o kadar geçerli.
Dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren mesaj bırakmaya başlıyoruz. Anne karnından yaşama adım atarken ağlama sesimizle gülümsetiyoruz etrafımızdakileri. Tam da bu andan itibaren başlıyor iletişim dedikleri... Bize bu kadar yakın olan, aklımızı kalbimizi kuşatan, sadece sesimizle soluğumuzla değil hareketlerimizle de var olan iletişime biz yeteri kadar yatırım yapıyor muyuz? Bu sorunun cevabını ararken; herkesçe kabul edilmiş genel geçer kavramlar yerine kalplere, evlerin içine, ofis odalarına, okullara misafir olmak istiyorum.
İletişimi uzun merdivenlerin ardındaki bir kapı olarak düşünelim. Kapıya giden yoldaki ilk basamak niyettir. Yani yapacağınız davranışla ilgili kalbinizden geçenlerdir. Eğer ki bu bölüme olumsuz düşünceler, ön yargı vb ile başlarsanız temeli yanlış atılmış inşaat gibi en ufak sarsıntıda yerle yeksan olursunuz.
İkinci basamağınız ise anlayışlı olmak. Herkesin hayatta bir mücadelesi var. Ki bu mücadelelerin bazıları çok çetin olabiliyor. İşte bu yüzden bize düşen görev birbirimize anlayışla yaklaşabilmektir. Herhangi bir tepkide bulunmadan önce karşımızdaki kişinin de yaşantısını göz önünde bulundurmalı ve buna uygun nitelikte davranabilmeliyiz.
Üçüncü basamak açık ve net olmak. İletişimde açık olmak niyetimizi ortaya çıkaracak, karşımızdaki kişinin bizi daha rahat anlamasını sağlayacaktır. Net olmak ise hayata dair bir duruş sergilememizi ve diğerlerinin bize nasıl davranması gerektiği ile ilgili bilgi verecektir.
Şimdi de bir kaç örnek üzerinden 3 altın maddeyi değerlendirmeye ne dersiniz?
İlk hikayemiz; Eşinizle çocuk bakımı konusunda problem yaşıyorsunuz. Eğer sürekli onun yanlışını bulma yönünde bir bakış açınız söz konusuysa yani niyetiniz bozulmuşsa doğal olarak söylediği her cümleye ön yargılı bakarsınız. Örneğin; "çok kuralcısın" cümlesini "senin gibi saldım çayıra mevlam kayıra yapmıyorum" diyerek savuşturursunuz. Oysa niyetiniz anlayış ile birleşseydi "hangi konularda kuralcı olduğumu düşünüyorsun, örnek verir misin" cevabını verirdiniz. İlk cümle bizi bir tartışmanın içine iterken ikinci cümlede çözüme doğru adım atmış oluruz.
İkinci hikayemiz; İçten içe arkadaşınızın sizden daha az çalıştığını, tüm iş yükünü sizin üzerinize attığını düşünüyorsunuz. Niyetiniz ise arkadaşınızın çok kurnaz olduğu yönünde. Sizden gün içerisinde bir şey rica ettiğinde farklı bahanelerle reddediyorsunuz yalnız rahatsızlığınızdan bahsetmiyorsunuz. Oysa bu iş yükünün sizi yorduğunu, bu konuda ondan yardım almak istediğinizi açık ve net bir şekilde ifade etseniz belki de arkadaşınız; "tüm bunları bilmiyordum, seni zorladığım için özür dilerim, şu şu konulara çok vakıf değilim ama diğerlerini ben yapabilirim" şeklinde bir cevap verebilir.
Üçüncü hikayemiz; Derslerinizde başarılı değilsiniz. Bu durumu ise öğretmeninize bağlıyorsunuz. Ya size takmış durumda ya da dersi güzel anlatamıyor. Yani hem niyetimizi hem de anlayışımızı bozmuş bulunmaktayız. Böyle duygu düşünce yapısında olan kişi o ders yaklaştığında kaygı yaşayacak ders anında konsantrasyon sağlayamayacak ve doğal olarak öğrenme gerçekleşmeyecektir. Bunun yerine "hocam dersinizi anlamakta zorluk çekiyorum, nedenini çok bilemiyorum, sizin bana önereceğiniz herhangi bir şey olabilir mi? Yazarak mı çalışmalıyım yoksa okuyarak mı, ne dersiniz?" gibi cümlelerle açık ve net olabilir ön yargılarımızdan uzaklaşabiliriz.
İşte 3 farklı hikayede 3 farklı sonuç. Karar sizin çünkü yaşam sizin…