52 ilimize ve ilçemize yaklaşık 86 yurt içi gezisi yapan Mustafa Kemal Atatürk ,Kurtuluş Savaşı sırasında milletimize ruh verme ,birlik ve beraberliğini sağlama ve bu gücü kurtuluş savaşına kanalize etme adına yaptığı gezileri sonuç vermiş,artık gezilerini başka bir anlam ve işlev yükleyerek yapıyordu.Memleketin kalkınması ,atılımların yapılması ya da uğruna gençliğini,enerjisini,her şeyini feda etmekten dur olmadığı milletine örnek olma,önder olma görevini de yerine getiriyordu.Bu duruş, yüce ideal ve ufuk sahibi dimağların duruşuydu. Atatürk’ün yurt gezilerindeki amaçlarına baktığımızda, halkla, halk için bir şeyler yapma ve onunla bütünleşme arayışı içinde olduğunu görürüz.Yurt içi gezilerinin amacı yalnızca içe dönük olması değil dışa yönelik siyaset,ekonomi ve diğer maksatlara matuf da yapılıyordu.Yani milleti için milletiyle ve milletinden aldığı güçle hayati duruşlar sergiliyordu.
1930 yılında Antalya’yı ziyaret eden Atatürk‘ü , bir dönem Mısır’da paşalık , 2.Meşrutiyet zamanında da mebusluk yapan ve Anafartalar zaferinden sonra Mustafa Kemal’i tebrik için görevlendirilen heyet arasında yer alan ve Afet İnan’ın ifadesiyle tam bir Cumhuriyetçi olan Hamdullah Emin Paşa,Alanya kaymakamı ve belediye başkanının da bulunduğu bir heyetle Aspendos’ta Atatürk’ü Alanya’ya davet eder.
Atatürk’ün Alanya’ya ilgisi İtalyanlarca atfedilen ilgiye paralel ilerliyordu. İtalyanlar’ın Alanya’ya gelip denizden top atış süreleri ne kadarsa adeta Atatürk de o kadar kalacaktı. Elbette Antalya ‘ya ilgisi daha biraz fazla idi zira bu geziler dış politika eksenli geliştiği için Antalya’ya da ilgi İtalyanların verdiği değer kadar olacaktı. O nedenle dört kez, Antalyalı o dönem insanımızın coşkun istek ve sevgi gösterilerini yaşamasına neden olmuştu.Şu da var ki ;bu ilgilerde ,Atatürk’ün yakın mesai arkadaşları ve dostları olan Antalya milletvekili Rasih Kaplan,bir dönem babası Alanya’da kaymakamlık yapan sanatçı Cahit Uçuk ve babasının görevleri gereği Alanya ve Elmalı’da bulunan ve Alanya’ya ayrı bir önem atfeden Atatürk’ün manevi kızı da olan ve eğitim hayatını en güzel şekilde sağlamasına Atatürk’ün yardımcı olduğu Afet İnan da etkili idi.Tabi Antalya’ya geldikten sonra Silifke yönünde harekete geçen Gülcemal adlı gemi ,kısa süreliğine de olsa Alanya açıklarında demir atmış ve şehrin ileri gelenleriyle görüşmüştü.Ayrıldıktan sonra dönemin belediye başkanı Hüseyin Hacıkadiroğlu’nun çektiği teşekkür telgrafındaki Alanya ibaresini okuyan Atatürk ;“sizin Alaiyeliler kendilerini Alan Türklerine mi dayandırıyorlar “sorusuna dönemin önemli akademisyeni ve Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’ın cevaben :“Ben Alanya’da çocukluğumu geçirdim.13-14 yaşlarında iken deniz fenerindeki Hrıstiyan görevlinin kendilerinin Alan Türk’ü olduğunu söylemişti” ifadesini tekrarlar. 2 sene sonra 1933 senesinin 23 Mayısında Alaiye ismini Alanya olarak değiştiren bakanlar kurulu kararnamesini imzalar.

2.Dünya savaşının ayak seslerinin duyulduğu dönemlerdi. Bir taraftan Hitler ,diğer taraftan da Mussollini milli hayallerini gerçekleştirmek üzere hamleler yapıyorlardı.Özellikle İtalyanların “Bizim Deniz” sevdası Akdeniz’den bize gelebilecek en büyük tehlike olarak görülüyordu. Mussolinin bir nutkunda BİZİM DENİZ sloganını atması ve 12 Adalardan olan Leros adasının İtalyan üstü haline getirilmesi Atatürk’ü teyakkuza geçirmişti. Bu büyük fotoğrafı engin tarih bilgisi ve tecrübesi ile okuyabilen Atatürk ,milletinin maruz kalabileceği en ufak bir tehlike anında bile ayağına savaş çizmelerini giymekten geri kalmayacağını muhataplarına göstermek üzere memleketin güney sahillerini teftişe çıkmıştı. Türkiye hazırlıklarını yaparken ABD elçisi Skinner 22 Mayıs 1934 tarihli bir rapor hazırlamış ve raporunda Türkiye silahlanıyor diye başlık bile atmıştı.Hatta daha bir yıl önce İtalyan elçi Atatürk’ten Antalya’yı isteme cür’etinde bulunmak üzere randevu talep edecek ve Gazi, İtalyan elçisinin karşısına mareşal kıyafetlerini giyerek çıkacak ve hal dili ile en güzel cevabı verecekti. Bu hal dili bir gün sonra İtalyanların Rodos’tan asker çekmesine neden olacaktı.Mussolini İtalyan ordusu komutanına bir rapor hazırlatmış ve Türkiye’nn askeri gücünü anlamak istemişti.Raporda komutan şöyle demişti.”Türkiye’nin bilinen gücünü daima çift görmek ve çift hesap etmek lazım.Bunlardan biri memleketin ve ordunun kuvveti ,diğeri ise tek başına Mustafa Kemal’dir demişti.Bu itibarla Türkiye’ye bir taarruz teşebbüsü sonucu tahmin edilemeyecek tehlikelerle dolu ve tek manası ile macera olur demekteydi.
Paşa önceden vaziyeti gözleriyle görmek isteyecekti. Ege vapuruna Zafer ve Adatepe savaş gemileri eşlik edecekti.Ege gezisi çerçevesinde Alanya da belirlenen duraklardandı ve seyahatine bir de dış güvenlik manası yüklüyordu.Atatürk her anını ve zihnini bu işe ayırmıştı.Öyle ki vapurda yenen bir akşam yemeğinde gramafondan çalan Vardar ovası türküsündeki Karadeniz telaffuzlarının yerine söyledikleri ,”Ey Akdeniz Akdeniz,gelen düşman değil biziz” sözleri haziruna bambaşka ruhlar üflüyordu.Yola devam ederken sabah erkenden yaverleri Kılıç Ali ve Nuri Conker’e birer çanta ve gizli vazifeler vererek yanına çağırtmıştı.Paşa,Salih Bozok ve gemi kaptanı Albay Sait bey ile bir masaya açtıkları haritayı inceliyorlardı.Tabi sonrası bizce de malum değil. 17 Şubat ‘ta 16:45’te Alaiye’ye hareket edildi.Bir saat sonra İsmet paşaya çekilen telgrafta havanın ve denizin güzel olduğunu ,Atatürk’ün neşeli olduğunu ve paşanın ani karar değiştirerek Alanya’ya gitmek istediğini ve hesaba göre 18 Şubat’ta gece yarısı Alanya’ya varacağız ifadeleri yer almaktaydı. Daha önce çekilen telgrafta 19 Şubat’ta gelineceği bildirildiğinden ona göre hazırlık yapılmıştı. Tabi doktoru Neşet Ömer İrdelp’in ilerleyen siroz hastalığına iyi gelir dediği Akdeniz havasını almak için de Alanya’ya bir köşk yaptırmak istemesi,hatta mimarların buraya gelip uygun yer aramaları gelme sebeplerinden miydi bilinmez ama bu son sefer Ata’nın bindiği gemi Zafer torpidosu idi.Sabah erken saatlerde kendi ifadesi ile 07:20 sularında Alanya’ya gelmişlerdi.Paşa bunu telgrafla İsmet paşaya bildirecek ve İsmet İnönü de geziden mutlu olmasının en büyük dileği olduğunu belirten cevabi telgrafını geçecekti.

Bu son tarih güncellemesi üzerine karşılama komitesi toplanmış ama “bu kadar kısa sürede gelemezler bir yanlışlık olmalı “demişlerdi.Zira Atatürk sivil gemi ile çıktığı yolculuğuna askeri gemi ile devam edince bütün hesaplar şaşmıştı. O gece geç yatan şehir yöneticileri ziyaret sabahı da geç uyanmışlar ve Ata’yı ilk karşılayanlar olamamışlardı. Atatürk Zafer torpidosunun küçük bir motoruyla Nuri Conker,Kılıç Ali ve berberiyle birlikte limana yanaşır. Bu arada geminin kale arkasından ilk görenlerden olan dönemin eşrafından İbrahim Köseoğlu hoca, oğlu Ahmet Köseoğlu’nu karşılamak üzere iskeleye gönderir.Bir kaç Alanyalı daha oradadır.Mesela Atatürk’ün elini tutarak limana çıkmasına yardımcı olan Ali Eşit (Karaoğlan) bey de vardır.

Şehre çıkan Atatürk diğer yetkililerle beraber “ Şöyle yürüyelim elbet birilerini görürüz “ demişler ve sokaklarda yarım kalmış taklar ve diğer unsurları görmüş , hayretle: “Allah Allah bizim geleceğimizi nereden haber almışlar da bu işlere başlamışlar “ diye tepki vermiştir.Bu ara bir Jandarma eri Atatürk’ü görmüş ve yerel yetkililere haber vermek üzere koşmaya başlamıştı.Çevredeki diğer konuklar askeri durdurmaya çalışırken ,Atatürk’ün ; “Desenize fenersiz yakalandık” latifesi gülüşmelere neden olacaktı. Dükkanların önünden geçerken dükkan sahibi demirci Şükrü Çorbacı’nın üzerindeki yerli dokumalardan yapılmış ceketi görünce ;”Evladım bu kumaşı burada mı dokuyorsunuz? Sorusuna “Evet” cevabını alınca ; “İşte arkadaşlar bundan böyle kendimiz eğirip kendimiz dokuyacağız,dışarıya tek kuruş nasip etmeyeceğiz” demişti.Bu yerli ve milli ekonomik duruş,ekonomik bağımsızlığın getireceği refah düzeyine bir müjdeydi adeta.O kumaşın Bayır köyünde 90 sene önce dokunmuş bir örneğini kıymetli tarih öğretmenim Sedat Çolak bir televizyon programımda göstermişti.Orta cami dediğimiz Alaaddinoğlu camiinin yanından geçerken İstiklal Savaşında tanıştığı alim,halk şairi ve din adamı Fil Ahmetle karşılaşır.Hoş beş derken Atatürk ” Ne gördün ,ne geçirdin” diye sorunca “Şu an sizi gördüm bundan daha önemlisi yoktur “cevabını verir.

Kuyular önüne gelen Atatürk için harbiyeden arkadaşı Şevki Azakoğlu’na ait araba ve atlar hazırlanmış lakin paşa binmek istememişti.Bu arada dönemin kaymakamı koşarak heyete yetişmiş ve Atatürk’e yol göstermişti.Konuşmasına ;”Efendim ben daha takı henüz hazırlatamadım “demesi üzerine ,”Sen takı makı bırak da bize bir yer göster ,elimizi yüzümüzü yıkayalım,traş olup sıcak bir şeyler içelim “deyiverdi. Yürüyerek devam eden heyet bugün ülkemizdeki 15 Atatürk evinden birisi olan Azakoğullarının evinin önünde dururlar. Bu arada ilkokul öğrencileri de o alanı doldurmuşlardır. Öğrencilerden Hasan Karagöz; Atatürk için bir şiir okur ve öğretmenine dönerek, ” Geçtim mi sınıfı geçtim mi sınıfı ? ” diye sorunca Atatürk tebessümle “Geçti hocam geçti” cevabını verir. Bu anı Hasan Karagöz’ün hayatı boyunca unutamayacağı bir anı olmuştu.Bir eğitimci olarak da şunu belirtmeliyim ki,asker ve siyasetçi ,devlet adamı ve uluslar arası iyi bir oyun kurucu olan Atatürk’ün ,aynı zamanda da iyi bir eğitimci olduğunu ve pedogojik formasyona sahip olduğunu da gösteriyor.Zira öğrenciye yaklaşım tam da böyle olmalıdır.Bu hem öğrencinin hayatı için belki de olası bir tahribat yapabilecek öğretmen refleksine karşın , aman ha,dikkatli olun demek gibi bir şeydi. Bunu , fikir ve gönül dünyasından aksiyona dönüştürmüş olması eğitimcilerin alması gereken bir ders olarak görüyorum. Anlatılanlardan anladığım kadarıyla, sabah 7:20 ‘de gelen Atatürk’ün yoldaki oyalanma süresi halkımıza,bürokratlara ve öğrencilerimize Atatürk’e hoşamedi için zaman kazandırmıştı .

Şimdiki Atatürk evinde hummalı bir çalışma vardı.Kadınlar bir yandan evi temizleyip bir yandan da Paşanın yatak odasının sergilerini seriyorlardı.Bir diğer yandan da tesisatçı bir başka evden sökülüp getirilen o dönem için modern olan küveti banyoya yerleştirmekle meşguldü.Önce Atatürk, sonra heyet banyolarını yaptılar,traş oldular, dinlendiler ve ikram edilen kahvaltıyı yaptılar.Alanya muzu ve portakalı da sonra getirilen ikramlardandı.Bu sohbet sırasında Atatürk’e sürekli paşam diye hitap eden dönemin kaymakamına ; “Meclis’in; paşalık ,beylik,efendilik gibi ünvanları kaldırdığını bilmiyor musunuz .Sizi iç işleri bakanlığına şikayet ederlerse ne yapacaksınız”şakasını ciddiye alan kaymakamımız ;
” Paşaların paşası… Bu millet saygı duyduğu müstesna evlatlarına paşa der.Analar bebeklerini bu mertebe niyazı ile ayaklarında sallarlar.Siz tarih yapmış insansınız.Bırakınız benim neslim bu yolda gitsin.Bizden sonra gelecek nesiller nasıl olsa kanunların yoğurduğu kuşak olacak.Beni bağışlayınız.Şu halde kim sizden daha çok hürmete layıktır? ” deyince Atatürk’ün gözleri dolar ve konuyu değiştirir.Sonradan öğrenir ki kaymakamımız vakti zamanında Atatürk’ün komutanlarından birisinin damadıdır.
3 saat kadar Alanyamız’da kalan Atatürk ,ayrılırken büyük bir kalabalıkla uğurlanır.Hala bu anın canlı tanıklarından hayatta olanlar mevcuttur.Konuştuğum yaşlılarımızdan birisi olan rahmetli Mehmet Sevimler, Atatürk’ü gördüğünde 9 yaşında olduğunu ve iskeleyi gören bir yerden el salladığını ifade etmişti.Yine rahmetli Şevket Gür de kendisinin Atatürk’ü karşılayan ve uğurlayan çocuklar arasında olduğunu söylemişti.Gezi dönüşü İsmet paşaya çekilen telgrafta ,Paşa’nın Alanya’yı gezip gördüğünü ve daha fazla kalmaya lüzum görmeyerek Antalya’ya hareket ettiği bilgisi düşüldü.

Antalya’ya dönüşte görülmemiş bir halk tezahüratı eşliğinde Yenikapı’daki köşküne dinlenmeye çekildi.Akşam üzeri Antalya’nın deniz ve dağ manzarasını seyrettikten sonra ;” Bu bölgeden 1000 dönüm arazi ne kadar mal olur diye sordu.Milletvekilleri burada birer ev yaptırarak ,kış aylarında meclisin Antalya’da çalışmasını düşündüğünü açıkladı.Ve şu sözler aslında niyetini açık ediyordu. “Böylece İtalyanlar’a bu bölgenin imarı ve korunmasında ne derece muktedir olduğumuzu da göstermiş olacağız “.Bir müddet sonra Ege vapuruna binen Atatürk’ün yanına Afet hanım,Nuri Conker,Kılıç Ali,İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya,Antalya millet vekilleri Türkan Örsbaştuğ,Dr.Cemal Tunca da geldiler.Bu arada Alanya belediye başkanı Hüseyin Doğan Hacıkadiroğlu’na bir telgraf çekti.Burada Alanya halkının gösterdiği muhabbet ve misafirperverlikten çok memnun ve mütehassıs olduğunu,ancak daha fazla kalmak için bir sebep olmadığından ayrılmış olduğunu ve başka bir mülahazaya mahal olmadığını belirtmişti.

Velhasıl Atatürk yaptığı yurt içi gezilerinde de Alanya’ya yer ayırmış ve bir zamanlar kışlık başkentlik yapan bu şehre teşrif buyurarak tarihe not düşmüştür. 87. yılında biz de bir Alanyalı olarak hoş geldin,hoşnutluk getirdin diyor ,manevi şahsiyeti önünde saygı ile eğiliyoruz.Yazımda eserlerine başvurduğum Öğretim Üyesi Muhammet Güçlü ve Faruk Nafiz Koçak beyefendilere teşekkür ederim.

Bir sonraki yazımızda Geçmişten Geleceğe Alanya’nın tarih koridorlarında gezinmek üzere hoşçakalın.