İslam fütühat ( fetihler ) geleneğinde daha çok siyasi bir uygulama var.Bu olay fethedilen,İslam ahkamına dahil edilen topraklarda ,oranın en gözde ,en kıymetli ve meşhur ,o bölge insanının dünyasında bambaşka bir ekol olarak yer etmiş bir kilise ya da herhangi bir mabedin camiye çevrilmesi olayı. Malum Kalonoros (Kandelor) da Hristiyan iken İslam, Bizans iken Türk olan bir yer.Bu uygulamanın da burada olması yadsınacak bir durum değildi aslında.Lakin neden bu Alanya için uygulanmadı? Sorumuzun cevabını beraber irdelemeden önce ,meselenin temeline,ta Hz Peygamber devrine ve Dört Halife devrine gidelim.
İslam ahkamının kaynakları Kur’an ,Sünnet, İcma ve Kıyas .Bir konu ve sorunun değerlendirilmesindeki yöntemler sırasıyla bunlar.Kur’ani emirde yoksa peygamber sünnetine,orada yoksa bu konuda yetkin ve etkin kişilerin ortak görüşü demek olan icma orada da bir sonuç çıkmazsa benzer olayların hükümlerini kıyas yoluna gidilir.İşleyiş usulü böyle.Konu başlığımızın bu cümleden dahil edileceği herhangi bir usül yok.Ama siyaseten ele alınırsa belki siyasi bir hüküm verilmesi mümkün.İslam siyasi manada her hangi bir yol ve yöntem sunmamış,daha çok muhatapların yerel coğrafya, yerel sosyo - kültürel ve zaman gerçeklerine göre bizzat kendisinin etkin olmasının yolunu tıkamamiştır.Siyaseten karar vericiler elbette fıkıh ahkamında takip edilen yolları da kullanmakta serbestler.Hal böyle olunca şunu da belirtmekte fayda var ki;eğer herhangi bir yerdeki gayri islami ibadethaneye gelen dini cemaat kalmamışsa yani orada artık kimse yaşamıyorsa artık o ibadethanenin cami olarak kullanılmasının belki İslami fıkıhta yeri bulunabilir.Ama fetih cami düşüncesiyle ,camaati de varken çevrilmesinin cevazı yok.Siyaseten de doğru değil Demem o ki ne Kur’ani emir,ne nebevi emir ,ne ulema görüşü ne de kıyas bunu konu etmiş.

Hazreti Peygamber devrinde özellikle Hristiyanlara karşı takınılan tavır çok müsamahakar ve tahammülün zirvesini görmüş .Bizzat Hz.Peygamberin uygulamaları bu yönde.Mesela İslamı anlamak üzere gelen Hristiyan ekip bir süre sonra kendisinden ibadet için bir mekan tahsisi isteyince ,Hz Peygamber Mescid-i Nebevi’nin bir köşesini göstermiş ve bu ortamı onlara sağlamıştır.Bir süre sonra İslam olmadan memleketlerine dönen o ekibin ihtida haberi gelmişti.Kim bilir belki de Hz Peygamberin bu uygulayışının bunda payı vardır.Yine kendisine sığınılan Hristiyan Necaşi’nin bir süre sonra İslam olması ,ülkesinin de İslam memleketi haline gelmesi “Medeniye galebe ikna iledir” düsturundan kaynaklanmıştı.Kabe’nin fethi sonrası putlardan arındırılmak istenirken Kabe’den çıkartılmaya çalışılan duvardaki bir resmi bizzat Hz Peygamber engellemiş ve bırakın o benim kardeşim demişti.O resimdeki betimlemede ise Hz Meryem ve oğlu Hz İsa var idi.Kaldı ki Kur’n’da adına sure ismi olan tek kadın Hz Meryem’dir.O kadar peygamber annesi,eşleri ve kızları vb isimler varken iffet abidesi ,Kur’an’ın methettiği kadın Hz Meryem ve oğlu Hz İsa’ya hürmeten yapılan bu davranış bizim bu meseleye karşı duruşumuzu özetler.Yani Hz Peygamber devrinde bir tek kilise,şapel ,manastır vb yer İslam mabedine dönüştürülmemiştir.Ancak yanlış tutum ve davranışlar nedeniyle bazı Hristiyan kabilelerinine karşı da yapılması gerekenler yapılmıştır.Şunu da belirtmekte yarar var ki;Kabe’nin fethinden sonra liyakat (layık olma-yeterlilik) yönüyle Kabe anahtarlarının aynı müşrik ailede kalmaya devam etmesi ve Hz Peygamber’in bunda bir beis görmemesi çok manidardır.

Cumhuriyet devri olarak isimlendirdiğimiz ve tamamı seçimle iş başına gelen ,ortak akıl atmosferinin hakim olduğu bu dönemde de aynı yol takip edilmişti.Özellikle Hz Ömer devri bu dönemde fetihler devridir ve pek çok farklı unsurlarla karşılaşıldığı dönemdir.Kudüs fethi sonrası büyük simgesel kilise/lerin camiye çevrilmesini görmüyoruz. Küçük köy ve beldelerin fethinden sonra İslam nüfusunun artmasından dolayı cemaatsiz kalan şapel ve küçük kiliselerden camiye çevrilenler oldu Hz Ömer devrinde . Şu var ki;ne zaman saltanat usulü İslam beldelerine geldi işte o zaman siyasi kararlar dini emirler havasına büründürülmeye başlandı.Özellikle Emeviler devrinde fetih sonrası kilislerin camiye çevrilmesi olayı sıkça görülmeye başlanacaktı.Türk olan İslam devletleri de bu uygulamaya devam etmiş özellikle Osmanlı devrinde zirve yapmıştır.Bunun en müşahhas örneği Ayasofya’dır.Ama altını çize çize demeliyim ki ;o dönemlerde Hristiyan istilası sonucu en gözde İslam ibadethaneleri de kiliselere çevriliyordu .Yani bu uygulama dini edaya büründülmüş siyasi kararlar idi.

Selçuklu,hususan Anadolu Selçuklu devri İslam tarihinde çok farklı ve nazik bir devirdi ve hoşgörünün zirvesi yaşanmıştı.Nazik bir devir zira bu dönem yeni yurt edilen ve sakinleri Hristiyan olan bir yurdun içine yeni dahil olunuyordu.Biraz da o kültürü çok ürkütmemek adına böyle yapılıyor ve kalbi tepkilerin önüne geçilmek arzusu güdülüyordu.Özellikle OrtaAsya’dan yeni gelinilen bu dönemde henüz tam anlamıyla İslamlaşılmamış ve Sunnileşilmemiş bu dönemde oldukça nazik dengeler dikkate alınıyordu.Müslüman –Hristiyan evliliklerinin yoğun olduğu bir dönem.Her ne kadar ihtida ( İslam hidayetine kavuşma) hareketleri çok olsa da eski dininde sabit kadem kalanlar da olmuyor değildi.Ve bu konuda hoşgörü zirvede idi.Özellikle Selçuklu saltanat ailesi bireyleri arasına bu cümleden bayanlar dahil oluyordu.Bir bakıyorsunuz annesi Hristiyan,babaannesi,anneannesi,teyzesi,dayısı ,anneden dedesi ve akrabaları Hristiyan bir sultanla ya da melikle karşılaşmak adiyattandı.Bu aynı zamanda İslam’ın hoşgörüsünü de uygulamada lokomotif cesareti veriyordu uygulayıcılarına.

Anadolu Selçuklu devrinde fetih hareketleri devam ederken,İslamlaştırma ve Türkleştirme politikaları ,imar ve iskan çabaları devam ederken Türk- İslam toprağı haline gelen o belde ya da şehirdeki en görünür ve bilinir yerdeki kilise genellikle camiye çevrilmemiş ve hemen yanı başına ya da daha da jeopolitik bir yere cami inşaa etmek suretiyle hem hoşgörü tesisi,hem asayiş tesisi ,hem de Türk –İslam mührü vurulmuş oluyordu.Alanyamızdaki durum tam da bu idi.Her ne kadar Sultan I.Alaeddin Keykubat’ın Kalonoros derebeyinin kızı olan eşi Huand hatun (Hunat –Mahperi) kendi sağlığında ihtida etmemiş ise de oğlu Alanyalı II.Gıyaseddin devrinde ihtida ettiği biliniyor.Sonrası malum.Her tarafa özellikle de Kayseri’ye pek çok İslami imar faaliyetleri yaptığı bir gerçek. I.Alaeddin Keykubat ,Huand Hatun Hristiyan olduğu için O’nun hatırına iç kaledeki Bizans kilisesini camiye çevirmediği ve İslam olduktan sonra da oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev annesinin hatırına yine camiye çevirmediği gibi bir bilgi doğru değildir.Bu genel bir uygulamanın Alanya ayağıdır ve hemen yanı başına diyebileceğimiz,İç Kale surlarının dışına Alaeddin Cami,(Kale-sonradan Süleymaniye)’ni yaptırmıştır. Fetih camii olarak adlandırılmış olmasını çok isterdim aslında.Lakin adı olmasa da işlevi bu yöndedir.Kaldı ki ;Anadolu Selçuklu yönetim anlayışının o dönemde bırak kiliseyi camiye çevirme işini ,yeni Kiliseleri bile yaptığı yada eskilerin onarıldığı da oluyordu. *


Hatta Konya sarayına( Kışın Alanya sarayına) bağlı Hristiyan emirlerin varlığı olaya bambaşka bir boyut katmaktadır. Selçuklular döneminde önemini koruyan dinî merkezlerden biri de Malatya civarında bulunan ve Süryanîleriıı kültür merkezi durumunda olan Bârsuma Manastırıdır. Anadolu dışında Suriye ve Irak'dan da ziyaretçilerin geldiği Manastırı, Türk sultanları da ziyaret etmiş, ihsanlarda bulunmuş, hattâ zaman zaman vergilerini affetmişlerdir*Hatta II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in eşlerinden birisi de Konyalı bir papazın kızı idi.Bu durum bu manada oldukta önemlidir. Hele hele İstanbul'da sürgünde 11 yıl geçiren Alâeddin Keykubad Hristiyanlığa âşinâydı ve onlara karşı sempati duymasa bile önyargısız davranmıştı.* Keza, Selçuklu devlet adamlarıyla hoş geçinmek amacıyla hediyelerle birlikte gönderdiği mektubunda sulh dileklerini sunan ve kabul edilirse bunun hısımlık ve dünürlükle kuvvetlendirilmiş olacağını belirterek kızını memleket komşuluğu dolayısıyla İslâm meliki Gıyasedin Keyhüsrev'in zevceliğine vermek istediğini ifade eden Gürcü Kraliçesi Rossudan'a kızını alırken, II. Gıyasedin Keyhüsrev'in, onun dinine dokunmayacağına dair verdiği söz ve -bir Gürcü kaynağına göre- Prensesin Konya'ya papazı, mukaddes tasvirleri ve Hristiyan cariyeleri ile gelmesi, Selçuklu Sarayında Hristiyan prenseslerin mevkilerini ve genel dinî müsamaha ortamını göstermek bakımından çok dikkat çekicidir*

Alâeddin Keykubad'ın, çok güçlenen ve bu nedenle kendisine cephe alan Emirlerinin tavırları karşısında ne yapması gerektiği hususunda fikir teatisinde bulunduğu insanlardan biri de Emîr Komnenos'dur. Komnenos, Emirlerin etkisiz hale getirilmesinde Sultana yardımcı olmuş ve bu hizmeti karşılığında kendisine öldürülen Emirlerden biri olan Seyfedin Ayaba'dan kalan beylerbeyliği verilmiştir. Alâeddin Keykubad'ın, kendisi ve Selçuklu Sultanlığı için bu kadar hayatî olan bir konuda güvendiği iki kişiden birinin -üvey annesinin babası Komnenoslar hanedanından bir şahıs olması ve beylerbeyliği görevine getirilmesi dikkat çekicidir. Emîr Konstabel de Malatya ordusu serdarı olmuş, Mübarizüddin Çavlı ile birlikte Ermenistan taraflarını fethe gönderilmiştir .Bu durum, fetihleri izleyen dönemde ülkeye egemen olan Müslümanların yanı sıra Rum soylularının da önemli mevkilerde bulunduğunu göstermektedir.*

Selçuklular Anadolu'ya ilk geldiklerinde Hristiyanları devlet kademelerinde memur olarak da kullanmışlardır. II. Kılıç Arslan'ın son günlerinde papaz Mihael adlı bir Rum'un devletin maliye memurları arasında yer aldığı bilinmektedir .Bu dönemde Selçuklu tabâbeti içinde Süryanî ve Ermeni tabipler de yer almaktadır. Süryanîler bu konudaki şöhretlerini Selçuklular döneminde de korumuşlardır. Kılıç Arslan döneminde Hasnon ve Alâeddin Keykubad döneminde Seyfüddevle ile Vasil adlı Hristiyan tabipler sultan ve vezirlerin tedavisinde hizmet görmüştür*.Hatta Anadolu'nun fethi yıllarında, Malatya, Urfa, Maraş gibi şehirler alındığında, idareleri, o bölgelerin Emirine tâbi olmak üzere yerli Hristiyan asilzadelere veya şehrin ya da kalenin yerli reislerine bırakılmıştır.Aynen Hz peygamber devrinde yapıldığı gibi.Bu dönemde pek çok Hristiyan inanç kültleri de Müslümanlarca da kutsal kabul edilmiştir.

Ez cümle demem o ki;Anadolu Selçuklu devrindeki dini hoşgörüsünden Alanya iç kalesindeki kilise de nasibini almış ve günümüze kadar yaşamını devam ettirmiştir.
Bir başka konuda “Geçmişten Geleceğe Alanya” ’nın koridorlarında gezinmek üzere hoşçakalın.

*A. SELÇUKLULARINDA MÜSLİM-GAYR-İ MÜSLİM İLİŞKİLERİ Azize AKTAŞ