Oturmuş bankta, güneşin batışında geride kalan yıllarını bir bir gözden geçiriyordu. Dalgınlıkla uyanıklık arasındaki ince çizgi, ruh halini tarif etmekteydi. Geçen yıl da gün biterken soluğu burada almıştı. Hatta birkaç yıl önce de. Derin bir nefes çekti içine. Yeni bir yaşa adım atmanın sevinci mi üzüntüsü mü bilemediği duygusuyla daha derinden yüzleşmek istedi.
Heyhat Nereden Nereye derken buldu kendini.
Bir önceki yılına döndü. Geçen sene bu saatlerde uğraşıp didindiği konuları hatırlamaya çalıştı. Çoğu silinip gitmiş, diğerleri ise o gün ki önemini çoktan yitirmişti.
Nasıl olur? Oysa yaşananlar gözünde ne kadar çok büyümüştü. Günlerce uyumadığı, kapı kapı dolaştığı, çareler aradığı anlar nasıl olur da böylesine anlamsız hale gelebilirdi.
Her hatırladığı konunun usul usul yerini yurdunu bulması garip bir his uyandırdı. Hem kuş kadar hafif, hem de “ne gerek vardı bu kadar yıpranmaya” ağırlığını tüm hücrelerinde hissetti. Ya bundan sonra? Bundan sonra da her şey çok da kıymetli olacak mı? Yoksa sıradanlık rüzgarıyla savrulup gidecek miydi geriye kalan günleri. Cevabını veremediği sorulardan oldum olası nefret etmişti, her ne kadar yakasını bırakmasa da..
Her birimizin oturup düşünmesi gerekenleri dile getirdi hayali kahraman. Gün döner, ay kovalar, yıllar uçar.. Ömür elinde kalan anların toplamı. Doğrular belli, yanlışlar belirgin. Her ikisi de insan evladının bütünü.
Ne olduğundan büyük ne de azımsanmayacak kadar küçük yaşayın. Kötüyü ve yanlışı ayırt edecek kadar farkına varın. Sanırım yeterli bir ölçü olacak şu akıp giden zamana.
Nereden nereye derken “eyvah” dememek adına olmalı tüm çabalar.
Şeb-i Arusa günler kalana Mevlana’dan başucu niteliğinde bir hatırlatmayla kapatmak isterim;
Öyle garip bir dünya,
Olmaz dediğin ne varsa olur.
Düşmem dersin düşersin.
Şaşmam dersin şaşarsın.
En garibi de budur ya;
Öldüm der durur yine de yaşarsın…