25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü geliyor ve birçok platformda bu günle ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Kadına yönelik şiddet, kullandığımız dil ile kültürümüzde çeşitli şekillerde desteklemekte ve hoş görülmektedir ne yazık ki... Mükemmel insanlar değiliz, çevremizden ve sosyalleşmemizden aldığımız bilinçsiz önyargılarımızın kurbanı oluyoruz çoğu zaman. Ana kilit nokta; çaresizlik, savunmacılık, korkudan susmak, kadına yönelik her türlü şiddet hakkında düşünme ve iletişim kurma biçimimizi, çözüm bulmaya olumlu katkı sağlayacak şekilde değiştirebilir farkındalık oluşturmaktır. Nereden başlayalım? Tabi ki konuştuğumuz dilden. Çünkü bu durumlar hakkında nasıl konuştuğumuz, kullandığımız terminoloji, iletişim kurma ve fikirlerimizi benimseme şeklimizdir. Seçtiğimiz dil, nasıl düşündüğümüz ve nasıl hissettiğimiz konusunda büyük bir fark yaratabilir. Dil, kim olduğumuz ve içinde yaşadığımız toplum bağlamında hayati derecede önemlidir. Kelimeleri veya noktalama işaretlerini nereye yerleştirdiğimiz önemlidir. Sözcükler ve onları cümlelere nasıl yerleştirdiğimiz, konuştuğumuz anlam, yapı ve derinlik kazandırır. Ciddi durumlarda kullanıldığında kelimeler ciddileşir, ağırlaşır ve nüfuz oluşturur. Stephen King'in dediği gibi, "kelimelerin ağırlığı vardır".
“Kadına Yönelik Şiddet” hakkında konuştuğumuzda faili ön plana koyarsak, adına “Erkeğin Kadına Şiddeti” dersek ne olur? Bu konuda yapabileceğimiz bir şey olmasa bile, sorunun adını koyalım ve aracıya isim verelim. Maruz bırakana kazandıkları sorumluluğu verelim. Kadınlar, mistik bir güç tarafından şiddete uğramaz, bunu yapan bir fail vardır. Dilbilgimizi nasıl seçtiğimiz bile, faili göz ardı eder ve maruz bırakılanı öne çıkarır; bu da toplumumuzda bu konuyu nasıl ele aldığımıza yansır. Şu pasif cümle yapısını düşünün:
"Ayşe, Ali tarafından şiddet gördü".
Odak noktamız Ayşe'de. Zavallı Ayşe şiddete uğradı. Ali de orada, ama cezamızın odak noktasında değil. Suçlu bir şekilde bir tarafta gizleniyor. “Yaşlı bir kadın komşusu tarafından saldırıya uğradı”, “bir kadına parkta tecavüz edildi” vb bu yapıyı her yerde, her zaman görüyor ve duyuyoruz.
Şimdi bu cümleyi etkinleştirecek olsaydık, nasıl hissedeceğimize bakalım;
"Ali, Ayşe'ye şiddet uyguladı".
Konu artık Ali. Ayşe'nin yaşadığına karşı Ali'nin eylemlerini düşünüyoruz. Ayşe hala oradadır, ancak eylemin faili Ali, şimdi odak noktasındadır.
Kadına yönelik şiddetten bahsederken maalesef aktif dil kullanılmamaktadır. Yukardaki örneğimiz gibi, bir kez edilgeni kullandığımızda, pasif olanı hissederiz, ona pasif bir şekilde bakarız, fail bir kenara çekilir, görmezden gelinir, öznenin kaderinden yakınırken ve onun hakkında spekülasyonlar yaparken şiddeti uygulayanı pasifize etmiş oluruz. Bunun en kötü yanı, Ayşe'yi Ali hakkında düşündüğümüzden daha fazla düşünmemizdir. Faili değil, durumu dikkate alıyoruz. Bu konuda yapabileceğimiz bir şey olmasa da sorunun adını koyarak en azından faili netleştirebiliriz. Maruz bırakana kazandıkları sorumluluğu verelim.
Odak noktamız her zaman yaşanan olay veya maruz kalan olmuştur. Erkeğin eşini neden dövdüğünü sormak yerine, kadının erkeği neden terk etmediğini sorarız. “Geçen yıl kaç kadın tecavüze uğradı?” diye sorarız. “Geçen yıl kaç erkek tecavüz etti?” sorusu yerine.
Bir olumsuz fiiliyatı durdurmak istiyorsak, onu oluşturan duruma bakmalıyız. Dil, zihnin içindeki düşünceyi aktarır. O, ne kadar berrak ise zihnin ürettiği düşünce de o derece berrak olarak dile gelir. Leibniz’in dediği gibi “dil zihnin aynasıdır”. Zihniniz dilinize yansıdığı düşünme öncüllerinden sonuca varma, kanıtlama, karşılaştırma, gerekçe öne sürme gibi şeylerin içeriğini fark etmeniz dileğiyle…