Ahiret inancı sağlam olup, dünya hayatının süsüne aldanmayan, iyilik peşinde koşanlar ile alay edenler her zaman olmuştur...
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten.
Yâni cevher, mücevher, zümrüt, elmas, yakut yere düşünce kıymeti düşmez. Yerden alırsın, silersin; çünkü bozulmaz.
Peygamberimiz zamanındaki fakir insanları da sevmeyen zengin insanlar vardı hatta Müslüman olmalarına rağmen.
Yiyecekleri yoktu, karınları açtı, karınları sırtlarına yapışıyordu, içe doğru çukurundan dolayı.
Azametli, kibirli, zengin kâfirler, müşrikler bunları sevmiyordu, bu fukarayı küçümsüyorlardı. Çünkü onların nazarında her şey maddeyle ölçülüyor, "Onlar fakir, biz zenginiz, biz daha yükseğiz" diyorlardı. Hatta bazıları, onlardan ayrı bir yerde, kendileri için özel toplantı yapılmasını bile istemişlerdi:
"Bunların yanına gelince, kokularını duymak istemiyoruz, bunlarla oturmak istemiyoruz, bize ayrı meclis düzenle, ayrı sohbet düzenle, bizimle ayrı otur" diye böyle bir ayrım yapmak istiyorlardı.
Allah, kesinlikle onların o arzularına uyulmamasını emretmişti.
Ayrıca, bunlardan ayrı, Medine'nin çevresinde kaleleri olan Yahudiler vardı. Yahudilerin başındaki din âlimleri, hahamları ve idarecileri, bu muhacirlerle, başka yerlerden Medine'ye gelip, Mekke'den, müşriklerden kaçıp gelip yoksul olarak orda yaşayanlarla eğleniyorlardı, eğlenmek istiyorlardı.
Münafıklar da böyle zengindi, yüksek tabaka, keyif ve zevk ehli kimselerdi. Onlar da Müslümanları hor, hakir görürlerdi. Görünüşte kendileri de Müslümandı...
Peygamberimiz de, bir kere onların bir toplantısına geldiği zaman, yolda bineğinin ayağından toz kalkmış. Oraya gelince, hemen böyle "Öf" filân diye burnunu tutmuş. Yâni "Tozuttun, bizim meclisimize toz attırdın" filân gibi havalarda.
Onlar böyle her şeyi maddeyle ölçtükleri için, kendilerini yüksek sanıyorlardı ve fukara ile dalga geçiyorlardı, alay ediyorlardı:
"Eğer hakiki peygamber olsaydı, böyle eşraf ve âyan ona tâbi olurdu. İşte hep fukara, ahalinin fakirleri, hor ve zelilleri tâbi oluyor, aşağı tabaka tabi oluyor." diye onu da Peygamberimize karşı çıkmak için bir delil olarak ileri sürmeye çalışıyorlardı...
Hakikat ise çok farklı...
Allah böyle imanına göre dünyanın en yoksul, fakir, aciz, hastalıklı, boynu bükük, mazlum, hatta belki de biraz cahil, köylü ümmî insanını ahiretin efendisi haline getirir, güzel huylarından dolayı.
Onun için, asıl olan imandır ve imanına göre salih amel işlemektir, hayrât u hasenâtı yapmaktır.
"Siz neyi infak ederseniz, onun halefini Allah verir."
Yâni verirsiniz, keseniz gene dolar, verirsiniz bütçeniz yine zengin olur. Verirsiniz, ambarınız gene dolu olur. Verirsiniz eviniz gene zengin olur, eksilmez; çünkü Allah fazlasını verir.
"Her günün sabahında iki melek iner." diye müjde var. Bu meleklerden bir tanesi der ki: "Yâ Rabbi, hayır hasenat yapan, infak eden, sadaka verene halef ver, yâni malı azalmasın, verilenin yerine yenisi gelsin. Vermeyene de yâni cimrilik yapana, tutana da malına telef ver, yani azalt." diye dua eder.
"Senin malın yiyip de bitirdiğinden başka bir şey değil midir? Yediysen işte o zaman malındır. Yemiyorsan malın değil, duruyor. Giyip de eskittiğinden, yiyip de yok ettiğinden; tasadduk edip de ahirete sevabını gönderdiğinden başkası mıdır? Bundan sonraki, yâni yemediğin, giyinmediğin, sadaka olarak verip de ahirete sevabını göndermediklerinin seninle bir ilgisi yok! Onlar gidecek, sen de onu terk edeceksin; öteki insanlara, senden geride kalan insanlara, varislerin varsa onlara kalacak, yoksa ortada insanlara kalacak."
Onun için insanın ahirete çalışması lâzım, ahireti kazanmak için yapması gereken cömertliği yapması lâzım.
"Ahirette sevabı, elinde kazancı olmayanların malıdır dünya." Burada bırakıp gidecekler. Ahirette tamamen yoksul, fakir kalacaklar. İşte bu dünyaya da aklı olmayanlar toplanırlar, onları elde edeceğiz diye çarpışır, vuruşur, uğraşır, ömürlerini geçirirler...
Elde ettikleri de kendilerine kalmaz. Ahirette de kendilerine fayda vermez, ölüp giderler. Müminler ahirette üstte olacaklar ve Allah onları hesaba gelmeyecek ölçülerde büyük mükâfatlarla mükâfatlandıracak.
Ahireti kazanmaya çalışan, dünyanın fâni, aldatıcı güzelliklerine takılmayan, aldanmayan; dünyada ahiretini kazanmaya çalışan, hayrât-u hasenat eyleyen, rızasını kazanan, insanlara faydalı işler yapanlara selam olsun...