Endişeli, kızgın veya üzgün olduğunuzda, kendinizi sakinleştirmek için sihirli bir düğmeniz olmasını ister miydiniz? Nörobilim, beynimizin tam olarak sihirli bir sakinleştirici düğmesi olmasa da dikkate değer bir özelliğini ortaya koyuyor.
Saat gece 01.45 ve durdum daha incelemem gereken 2 kitap var… Dikkatim dağılıyor, zaman sınırlı, nasıl yetiştireceğim diye endişe duymaya başladım. Hızlıca göz gezdirsem diye aklımdan geçirirken, ya görmem gerekeni atlarsam düşüncesi dolaşmaya başladı zihnimde. Bu süreç duygusal durumum için zorlayıcı bir durum.
Sonra kendi kendime düşündüm, "Bu verilen zaman kısıtlılığı içindeki bir durum. Sıkışıp kaldığım için endişe duyuyorum. "
Ve tuhaf bir şekilde, kendimi çok daha iyi hissettim. Omuzlarımı rahatlattım, arka fona bir müzik açtım ve kitabı incelemeye devam ettim daha az gerginlikle. Endişemi fark etmenin sonucu bu olmuştu. Çünkü tam olarak şey endişe idi ve bunun farkına varmak durumu daha da kötüleştirir aslında. Ama gerçekte kendimi çok daha iyi hissettim. Bu durumun bilimsel bir temeli var.
Los Angeles’taki California Üniversitesi’nde Psikiyatri ve Davranış Bilimleri Profesörü Dr. Michelle Craske, örümcek(tarantula) korkusu olan bir grup katılımcıyla duyguları adlandırmayla igili bir çalışma yaptı. Canlı tarantulayı dışarıda açık bir kaba koyarak buna yaklaşmalarını, tarantula uzaklaşırsa dokunana kadar yaklaşmalarını söyledi. Daha sonra katılımcılar kapalı bir alana alınarak kabın içindeki taruntula önlerine konuldu. Tarantula hakkında nasıl düşünecekleri ile ilgili dört gruba ayrılarak bilgi verildi.
Birinci gruba tarantulanın etrafında olma deneyimini anlatmaları ve hissettiklerini adlandırmaları istendi. Örneğin, "O kocaman, kıllı tarantuladan korkuyorum."
İkinci gruba taruntula ile ilgili ne olursa daha az tehdit edici olur yönergesi verildi. Örneğin, "Tarantula kafeste ve beni incitemez, bu yüzden korkmama gerek yok."
Üçüncü gruba tarantulaya alakasız bir şey söylemesi istendi.
Dördüncü gruba hiçbir şey söylemeden gözlem yapıldı.
Bir hafta sonra, tüm katılımcılar açık havada canlı tarantulaya tekrar maruz bırakıldı ve mümkün olduğunca yaklaşmaları ve mümkünse parmaklarıyla dokunmaları söylendi. Katılımcıların tarantulaya ne kadar yaklaştığını, ne kadar üzüldüklerini ve fizyolojik tepkilerini, özellikle de katılımcıların ellerinin ne kadar terlediğini ölçtüler. Bu durum iyi bir korku ölçüsüdür aynı zamanda. Bu çalışmanın sonucunda tarantuladan korktuklarını belirten grubun, diğer gruplardan çok daha iyi performans gösterdiği, duygusal olarak daha az uyarıldıkları ve ellerinin önemli ölçüde daha az terlediği ortaya çıktı. Tıpkı kitap incelemede yetişememe endişesi olarak duygumu tanımladığımdaki gibi, duyguların tanınması ve adlandırılması korkulu duyguları etkisiz hale getiriyor gibiydi.
Bu nasıl olabilir? Duyguları adlandırmak, düşünceler ve duygular arasındaki boşluğu dolduruyor gibi görünüyor. “Ben şuyum…” dan “Bunu hissediyorum…” ya da hatta “Ayşe/Ali bunu hissediyor…” yalnızca o duyguda olmadığımız anlamına gelir. Ayrıca bize duygunun geçici olduğunu hatırlatır. O anda hissettiğimizden daha güçlü olduğumuzu hatırladığımızda, bu duyguyla barışık olabilir ve bu duygusal verilerin bize anlatmaya çalıştığı şeyi basitçe dinleyebiliriz. Öyleyse, zor bir duygu hissediyorsak, onu adlandırmaya başlayalım: Kızgınım, üzgünüm veya endişeliyim. Sadece olduğu gibi söyleyelim yoksa şairin dediği gibi “Çünkü insan bastırdığı duygunun esiri olur.”…