Hastaneler şehir yaşamı yüzünden sağlığını kaybetmiş insanlarla dolup taşmakta ve şehirde yaşayan insanlar sürekli bir depresyon halinde. Bunun sebebi ciğerlerin onları dolduran kirli ve sağlıksız havaya isyan etmesi değil midir?
Her şeye alıştığımız gibi şehirlerde yaşamaya da alışıyoruz. Kapalı tiyatrolara, yoğun ışık bombardımanına sahip geceyi ve gündüzü dahi ayırt edemediğimiz AVM'lere, dört duvar arası boğuk boğuk olan evlere, birbirine çarpmadan özgürce yürüyemediğimiz caddelere ve dahi çalışma ofislerimize…
Böyle mi olmalı…. Bu mudur fıtratımız… Nerede o huzur dolu çocukluğumuz…
Şehir yaşamı çocuklarımız için de tam bir ceza. Doğanın, güneşin, açık havanın nimetlerinden tamamen uzak, bilgisayar oyunlarına bağımlı zavallı çocukları görünce kendi çocukluğum geliyor aklıma. Heyecanlı, dinç ve sağlıklı geçirdiğimiz çocukluğum. Ertesi günün dahi planını kurup ve heyecanını yaşadığımız çocuklugum. Bahar gelince açan papatyalar arasındaki yakın tepelerde arkadaşlarımızla elele tutuşup koşar adımlarla gittiğimiz, papatyalardan ördüğümüz kolyeler taçlar.. Kendimizi prensesler gibi hissettiğimiz duygular. Her birimizin evlerinden getirdiği yiyeceklerle yeşil park alanlarında yaptığımız piknikler…Otlayan inekler, yerinde duramayıp kaçışan tavuklar, marangozlar, çiftçiler, köylüler terziler ve çocukluğumuzu damarlarımıza kadar hissettiğimiz ve şimdilerde esamesi bile bulunmayan mahalle oyunlarımız…
Özgürlük sandığımız şey aslında mahrumiyetimiz değil mi? Oysa doğa öylemi? Rengarenk çiçeklerle kaplı, yemyeşil ağaçların olduğu bir nehir kıyısına oturup tefekkür ederken içimizin yaşama sevinciyle dolmasından daha büyük mutluluk olabilir mi?
Hafta sonu bağ evimin verandasında otururken hemen önümdeki daha henüz yapraklarını açmaya çalışan, en lezzetli meyvesini verebilmek için tomurcuk çatlatan ince dallı ağacın en ince dalına konan tarla kuşunun güzelliğini, mor renginin türlü türlü tonunu, melodili şarkı gibi cıvıldamasını izlerken aldığım hazzı ve duygularımı hissetmeme sebep olan hayal gücüme sağladığı katkıyı kaç kitap okuyarak sağlayabilirim ki? Bu muhteşem ambiyans kaç sayfalık kitapta izah edilebilir ve hissettirilebilir?
Doğada yağmurlu bir günün güzelliğini duymayalı, yağmur sonrasındaki ağaçların, çiçeklerin renklerinin ortaya nasıl belirgin bir şekilde çıktığını ve şehir hayatında nerdeyse hiç kalmayan toprak kokusunu, doğanın nasıl yeniden canlandığını, gözlerimize ziyafet çekmeyeli ne kadar zaman oldu bi düşünelim? Yağmurun sesine, rüzgarın melodisine sağırlaşmış ne çok insanımız var?
Ruhumuzu arındırmanın en temel, en doğal yolu sağlıklı ve zinde kalmanın en iyi formülü değilmidir doğa? Doğa heyecan vericidir çünkü doğada karşılaşacağımız güzellikler ağaçlar, kuşlar, ırmağın suyu, dere kenarları olumsuz düşüncelerden çabucak uzaklaştırır.. Görkemli bir meşe ağacının altında mola vermek ise yaşamanın hazzına vardırır.
Ait olduğumuz yaşam bu değil. Fıtratımız şehre esir değil. Gelin ruhumuzu, bedenimizi ve çocuklarımızı özümüzle, doğa ile buluşturalım. Ondan kopmayalım, yaşayalım. Unutulmasın ki ruhumuz doğayı, doğa da bizleri özler. Topraktansa aslımız, aslımız bizi bekler.
Baharın geldiği cemrenin toprağa düştüğü şu günlerde gelin bir cemre de ruhumuza düşürelim. Isınsın yüreğimiz.
Huzurla ve sevgiyle kalın.