Değerli okurlarım, turizmle ilgili bilgi, tecrübe ve öngörülerimi önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Asıl üniversite tahsilim basın-yayın olduğu için gazetecilik yönlerimi ve hislerimi bastıramıyorum. 
O yüzden rutin turizm yazılarından bazen dışarı çıkıp, sizlerle güncel olayları gazeteci perspektifinden objektif olarak değerlendirmeye çalışacağım.
Türkiye de gündem o kadar hızlı değşiyor ki gazeteciler için malzme oldukça fazla.
Bu hafta sizin dikkatinizi bazı dış politika olaylarına çekmek istiyorum.
Avrupa topluluğu gene ilerleme raporumuzu yayınlamış.
Sağ olsunlar.

Yok yargı, yok kadına şiddet, PKK ile görüş, şunu yap bunu yap.
Sanki Türkiye demokrasisinin gelişmesi çok umurlarında. Ağzımızla kuş tutsak yeni raporlar gelecektir.
Zaten Türkiye’nin de çok umrunda olduğunu sanmıyorum.
Şahsen Avrupa Birliği'nin Turkiye’yi içine alacağını kesinlikle düşünmüyorum.
2003 yılında dudağımıza az kovan balı çaldılar, sonra sadece git gel yaptık. Olsun, tüm müktesebatı batı standartlarına uydurmak elzem. Zaten bizim için önemli olan bu olmalı.

Gelinen nokta o ki; Türk toplumu da gerçeği anlamışa benziyor. En azından anketler öyle söylüyor.
Bize her sene ilerleme raporu yazarlarken nedense kendileri bir arpa boyu ilerlemiyor.
Turkiye Cumhuriyeti olarak biz de Avrupaya ilerleme yada “ilerletmeme” raporu yazmamız lazım. Bundan korkmamak lazım. Zira İngiltere bunu geçtiğimiz hafta yaptı. Şu hususları düzeltmezseniz Avrupa Birliği bize ters, ayrılırız diye Başbakan Cameron beyanat verdi.
Bizi neden kendi başlarına karnını doyuramayan Kıbrıscıkla muhatab ediyorlar. Güya onlar veto etmekten vazgeçerlerse bazı başlıklar açılacakmış. 
Andersen den masallar.
Avrupa topluluğuna şöyle bir bakalım.

İrlanda bitik, Yunanistan batık, Portekiz kıvranıyor, İspanya işsizlikle baş edemiyor. İtalya şöyle böyle gidiyor eli kulağında. Baltık ülkelerini bolca parayla şişirmişler, şimdi lükse harcanan paralar geri gelmiyor. Örnekleri arttırabilirim
Avrupa topluluğunda gitmediğim ülke kalmadı. Gördüğüm manzara şu. Almanya ağa baba, ne derse o olur. Topluluğa giren ülkeye alt yapı için parayı basmışlar. Parayı alanlar, esas lükse alışmış, harcamalar başka yerlere yapılmış. İnsanlar yerel işletmelerini kapatmışlar, daha ucuz ve kaliteli alman mallarını tercih eder olmuş. Her kasabanın dışında Alman Kaufland ta herşeyin daniskası var, yani başında Deichman, öbür tarafta Baumax yani inşaat malzemeleri ve ev araçları satan mağazalar. Seneryo harika. Ülkeciklerin milli ekonomileri toz olmus. Yani Ağa baba bir cepten koyup diğer cepten fazlası ile geri alıyor. Bazıları olayı anlamış ama iş işten geçmiş.
Ama, ne yaparsın ki istesen de istemesen de karşıda koca bir Türkiye var. Nüfus eğitimli ve genç. Eski ve yeni sömürgelerden kopup gelen zavallıları birilerinin alıkoyması lazım.

Burada bir duralım; Huston bir sorun var; Nüfusun tamamı Müslüman. Hem de Chomsky’ye göre “Avrupalılar sizi sokakta görmek de istemez.” 
Biz kendimize bakalım; Avrupalı’nın bize nasıl baktığına değil. Tabiki önemli ancak para var huzur var. Niye illa kendimizi Avupa’ya sevdirmeye, yıllarca kapının dışında bekleyip girmeye çalışıyoruz. İçerde ne var?. Bırakın, Dünya bizim.
Avrupalılar istediği zaman bizin ağzımıza biraz daha bal çalar.
Cok kısa bir zaman önce Avrupa basını Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'a diktator diye olmadık kampanya yaptı. Hele hele Alamanya'da ki çakma Türk milletvekilinin birisi Antalya'da ki G20 zirvesinin Turkiye'de yapılmasını eleştirmiş, iptal edilmesini dahi istemişti.
Ne oldu şimdi her şeyi unttular, hem de seçime bir hafta kala, Kayserin Merkel apar topar Turkiye’ye geldi. Anlamı tabiki büyük. Koşulsuz Sayın Erdoğan’a ve AK Parti'ye destek.

Sıkıştılar. Kapıya bir milyon mülteci dayandı.

Benim öngörüm şu dur; 10 sene sonra Avrupa Iraklı, Suriyeli, Afgan, Kürt, Libyali, Mısırlı, Afrikalı zenci göçmenlerle dolacak. Hayat Avrupalıya zehir olacak.
Mecbur, koşa koşa, aynı Kayserin Merkel gibi bize gelecekler. N’olur lütfen size ayrıcalık verelim tam üyelik değil bunları geri alın diyecekler. Parasını da verelim bakın. Demirtaş'ta ki barınma çiftliği gibi.
Göçmen sorununa birde diğer yandan bakalım. Çar Putin olaydı, bütün göçmenlerin cebine 1000 euro koyar, sahil güvenlik eşliğinde Yunan adalarına eletiverirdi. Liberal ekonomi kuramı gibi, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. Bir sene içinde tam Avrupa Birliği üyesi oluverirdi. Gayet basit..

Dik durmak lazım, kapımıza çok gelecekler.


***


Ufak bir hususuda sizlere hatırlatmadan geçemeyeceğim. Amerikan CNN muhabiri Antony Bourdain'in oyuncu Serra Yilmaz'a (işin açığı izleyinceye kadar kim olduğunu dahi bilmiyordum) Türk olmak nasıl bir şey sorusuna “Evet Türküm ama bu benim suçum değil” demiş. Sonra da gülüşmüşler. 
Videoyu buldum ve izledim. Biraz da ağrıma gitti. 
Yani, benim adıma değil lütfen. “Not in my name” Charlie Hedbo olayında müslümanların kampayasında olduğu gibi.


Türk doğmak suç mudur?

Hoşlanmaya da bilirsiniz, ancak uluslararası bir kanalda, Türklükle ilgili söz söylerken kelimeleri saymalısınız, ya da gelen tepkiler saydırabilir.
Eziklik.
Türklüğümden ve ülkemden dünyanın her yerinde gurur duydum. Tek bir taşını bile bir ülkeye degişmem.
Başım dik gururla hep Türk’üm dedim.
Ne zaman kendimi baskı altında hissetsem, Atatürk’ün sözü aklıma gelir; ”Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”. 

Kendine güven.

Nokta.