Kavurucu yaz sıcağının bütün şiddeti ile hissedildiği, sıcaklığın gölgede bile 40 dereceyi geçtiği, nem oranının yükseldiği, insanların adeta nefes almakta zorlandığı şu yaz günlerinde yaşam kalitesi oldukça düşmekte öyle değil mi?
Günümüzde uzun tatillerini değerlendirmek isteyenler sıcak deniz kıyılarında kavrulmaya çok istekli oluyor her nedense. Halbuki her yer çok sıkışık, inanılmaz kalabalık ve gürültü dolu. Üstelik paylaşım kültürü yerine hep tüketim endeksli oluyor.
Halbuki yurdum insanı asırlardır sürdürmüş yayla geleneğini. Yeşilin her türlü tonuyla, çeşit çeşit kuş cıvıltıları, cırcır böcekleri, rengarenk çiçekleri, şelaleleri, kıvrımlı dereleri ile mest etmesine doyamaz insanımız.
Oralarda tertemiz, kirlenmemiş oksijeni soluruz, taaa ciğerlerimize. Deliksiz bir uyku çektirir ahvalimize. Bilirsiniz bir de yaylalarda uykunun azı makbuldür. Birkaç saatlik uyku bile gecelerce uyunmuş hissi verir insana. Ha bir de güzelim yayla camilerinde namaz kılmak ayrı bir zevktir.
Yaylalarda daha iştahlı olduğumuz gerçeğini de göz ardı etmemeli tabi. Yediğimiz nimetin tadına daha çok varırız. Ayrıca yayla gıdaları saf doğal ve lezzetlidir. Hilesiz binbir çiçekten elde edilen balın tadına doyum olmaz. Sütü, peyniri, tereyağı ve niceleri… Hele bir de şerbet gibi içilen şırıl şırıl çeşmelerden akan sularına ne demeli?
Ben de yayla havasını ve yayla kültürünü çok seven biri olarak her hafta sonumu yayladaki evimizde geçirmeyi çok severim. Gece gündüz serinliği, umulmadık anda yağan yağmuru, kuş sesi, kelebekler cümbüşüne, ağaç çeşitliliğine doyamamışımdır. Geçtiğimiz hafta uzun bayram tatilini de aynı şekilde gecırm4eye karar verince, Söbüçimen Yaylası’na gitmeye karar verdim. Ara patika yollardan çıkıp, Eğrigöl'e ulaştığımızdaki temiz hava, gölet ve etrafında kamp kurmuş aileleri gördüğüm andaki heyecanı ve mutluluğu yaşıyorum yazarken bile. Az ileride Sağlık Ocağını geçtikten sonra kalacağımız yere geldiğimiz anda arabadan nasıl aşağıya attım kendimi. Ucu bucağı yokmuş gibi yemyeşil, tertemiz düzlük alanda koşarak, koyunların içerisine dalıp onları kovalamak, kıvrım kıvrım derelerin üzerinden atlamaya çalışmak, dağların tepelerine tırmanmak ve bol oksijenli serin havanın tadını çıkarmak. Akşamüstü olup da üşümeye başlayınca, evin önüne ateş yakıp ısınmaya çalışmak…Ahhhh varmıdır acaba insana bundan daha iyi gelen terapi yöntemi? Fıtratımız doğadan yana olunca bütün beden yenileniyor sanki… Şehrin karmaşasından bitmek tükenmek bilmeyen koşuşturmacasından buna rağmen hiçbir şeye yetişememekten şikayetçi olmaktan arınmak isteyenlere tavsiyedir… Yayla kültürünü unutmayalım. Yaşayalım ve yaşatalım.