Tersanemize drone gözüyle doğu yönünden havadan bakacak olursak bana bir Pan Flüt’ü hatırlatır hep.Öyle gibidir zira iç derinlği denizden karaya doğru bütün gözlerde aynı değildir.Kuzeyden güneye doğru gözlerin derinliği aşama aşama azalmaktadır.En büyük göz 43 metre,en kısa göz de 32 metre kadardır.Ve denizden kuşbakışı bakınca bu daralma çok açık görülür.Denize kıyısı 57 metredir tersanemizin.Diğer ifadeyle deniz tarafında uzunluğudur yapının.Beş gözün tamamı da 7.70 cm enindedir.Ve her bir gözden diğer göze 4’er tane pencere gözle geçilir.Yapının duvarları kesme taştan ,tonoz ve kemerleri tuğladan yapılmıştır.Tepe bölgesinde pencereler yer almaktadır.Bu pencerelerin en önemli faydası içeriye aldığı gün ışığıdır.Tersane içeride o ihtişamlı heybetini hissettirir.Her bir gözün elbette bir vazifesi vardı.Ama üçüncü gözü diğerlerinden ayıran ise ,arka taraflarda bulunan tatlı suyun çıktığı kuyunun olmasıdır.Gerçekten tuzlu suyun içinden adeta tatlı bir su çıkar ve tersane işçilerinin ,askerlerin vb su ihtiyacını karşılar.Çok yakın zamanlara kadar da Tophane halkının denizde yıkadıkları çurfalık mahsülü yolluk ve çaputları bu tatlı suyla durulamaları ,onların sert bir hüviyete bürünmesine mani olmuştur.Tophane tarafında ise gözsüz olan ve zamanında gemi malzemesi deposu olarak da kullanılan ve Tophane mahallesine doğru açılan ve Şeytan Deliği dediğimiz bir gizli geçişe sahip bölümü vardır.Bence bu gizli geçit acil kaçış tünelleri idi.Doğal vaziyette olan bir geçiş yoludur.Bazı yerleri ise devşirme taşlarla yapılmıştır.Konyalı hocanın ifadesiyle Roma devrinden kalma eserlerin yıkıntılarından da istifade edilmiştir.Tersanemizin bu bölümleri kaya kırımını en az seviyede tutmak için farklı seviyelerde inşa edilmiştir.
İşin ilginç yanı da şudur .Piri Reis haricinde başkaca dönem kaynakları tersaneyi tonozlu değil de düz damlı olarak gösterir.Tersanenin hemen üzerindeki sonradan ilave olduğu belli olan den danlı savunma surları da Osmanlı ilavesidir.Elbette Osmanlı zamanında da çok büyük işlevleri vardı tersanenin.1960 ‘lara kadar sandal ve teknelerin yapılıyor olması bu suya vurulan damga yapının ne kadar işlevsel ve evladiyelik ömrü olduğunun ispatıdır.
Osmanlı tarihinin en talihsiz olaylarının başında gelen Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’nın ,babası tarafından katledilmesinin ilk basamağı ,henüz Manisa sancak beyi iken ,babasının haberi olmadan Alanya tersanesine gemi yapımı için emirler vermesi ve burada yapılan gemilerle Akdeniz’de türeyen korsanları kovalamasıyla başlar.Her yönüyle dört dörtlük olan şehzademizin acıklı sonu ,bir padişah refleksi olarak değerlendirilen Alanya tersanesi talimatıyla başlıyor maalesef.Bunu da dipnot olarak bilgi dağarcığımıza düşeyim istedim.
Gelelim başlığımızın nedenine.Geçenlerde üniversitemizde 800. Fetih yılı sempozyumu yapıldı.Pek çok bilim insanı gelip bildirilerini sundu.Onlardan bir tanesi de Alanya’da 35 yıldır kazı ve çalışma yapan Prof.Dr.Kenan Bilici idi.Profesör görsellerle destekli sunumunu yaparken şunları söyledi
1-Tersane Türk değildir, Venediktir.Zira fetihten önce Kir Fard ,Venediklilere imtiyaz tanımıştı.
2-Tersanenin orijini 3 gözlüdür.Hem diğer gözler hem de memur,muhafız ve mescid odaları Osmanlı ilavesidir.
3-Tersanenin orijinal yapısında tonozlu örtü yoktur ,açılır kapanır kanatlı ahşap örtü vardır.Ve tonoz Osmanlı ilavesidir.( Dönem Venedik tersanelerinden görsellerle tezini desteklemeye çalıştı.)
4-1985 yılında çalışma yaparken buraya ziyarete gelen mübadillere tesadüf ettiğini ve o mübadillerin güneş görsün diye tersanenin tavan pencerelerini kendilerinin açtıklarını beyan etmişlerdir.
5-Tersaneden Kızıl Kule’ye kadar olan bölgede bir Venedik elçiliği(balyoz) vardır .
6-Tersaneden denize indirilen gemi yoktur,sahilde tamam edilir ve sahilden indirilir.Zira son rötuşlar için güneş ışığına azami derecede ihtiyaç vardır.
7-Tersane kitabesi başka yerden devşirmedir.
8-Tophane bir top fabrikası değildir ,bir deniz köşküdür.
Profesör dediklerinde kendince haklı olabilir ,kendince gerekçelerini de sundu.Ama şunu da belirtmek gerek ki Sultan Alaeddin kendi adını verdiği bu liman kentine öyle bir yığınak yaptı ki ,hem hazine yığınağı,hem bilim adamı ve usta yığınağı ,hem de kendisi bizzat başkent yapmak suretiyle koskoca bir medeniyetin bütün dikkatini ve gayretini buraya yığdı.Demem o ki İstanbul’da yapılan köprüleri biz yapmıyoruz.Japonya vb teknik üstünlüğü olan mühendis beyinlere yaptırıyoruz.Ama onların olmuyor .Velev ki tersane Türk mühendis ve ustalarının işi olmasın bu durum en azından böyle değerlendirilmeli.Nacizane kanaatim tersanenin sermayesi ve mühendislik bilgileriyle de olsun bir Türk eseri olduğudur.Beyşehir gölü kıyısındaki sarayının hemen dibine 3 gözlü kayıkhane yapan bir medeniyet,kafasına Akdeniz hakimiyetini koymuşsa pekala bu tersanenin de üstesinden gelebilir.Kaldi ki tersanenin duvarlarındaki o dönem ustalarının kendi boylarına ait damga ve onguları , tersanenin Türk olduğunu bas bas izhar ediyor.Emekli öğretmen Doç.Dr.Ali Rıza Gönüllü hocamin 20 sene önce sunduğu bir bildiride bunu belgelemiş olması bize bu konuda en çok yardımcı olacak argümandır. Müteşekkiriz kendisine .Ayrıca hem tersane burçlarında ,hem de Alara kalesinde işlenen arslan motifleri ,bütün Selçuklu coğrafyasındaki eserlerde de görmek mümkün.Bu Orta Asya'dan ,hakim olunan bütün coğrafyalara götürülen bir motiftir.Başkaca ispata çok da gerek kalmadı sanirim.Bize düşen elimizdeki kendi alanında dünyada tek olan bu güzel Selçuklu ata yadigarına gerekli özeni göstermektir.Belki tersanemiz en azından Alanya ikametlilere de ücretsiz yapılmalı,belki içindeki cılız denizcilik müzesi gayretleri Selçuklu Denizciliği Müzesi anlayışına odaklanarak evrilmeli.Bu tavsiye ve fikirler , her bir okuyucunun merakı ve önem atfı kadar çoğaltılabilir elbette.
Geçmişten Geleceğe Alanyamızın tarih koridorlarında bir başka konuyla buluşmak üzere esen kalın.