Sanırım yukarıdaki başlık hepimize çok tanıdık. Meslek hayatım boyunca hemen hemen girdiğim her ortamda sohbet esnasında illa ki insanlar yaşadıkları durumlarla ilgili görüş almıştır. Yalnız konu devamlılık niteliğinde destek almaya geldiğinde hep bir kaçınma durumu, “yok hocam daha o kadar delirmedim” bakış açısıyla karşı karşıya kalmaktayım. Ki birçok meslektaşım da benzer bir durum yaşamakta.
Peki neden ruhsal rahatsızlıklara karşı bu kadar dirençliyiz?
En net cevabım Ön Yargı! “Ben deli miyim? bakış açısı, ya biri görürse, benim için ne düşünürler” yargıları yaşadığımız sıkıntıları ötelememize sebep oluyor.
Her psikoloğa giden kişinin kendisinde bir eksiklik olduğu, hatta beceriksiz ve aciz bir insan olduğuna dair yanlış bir algımız var. Aslında bir sürü kategoriye ayrılan ruhsal rahatsızlıklar (depresyon, kaygı, panik atak vs) “Deli” ibaresiyle tek ve kontrolsüz bir tanımlama içerisinde sıkıştırılmış. Tüm bu düşünceler içinde kaçırılan o kadar önemli bir ayrıntı var ki belirtmeden geçemeyeceğim. Ertelediğiniz her sıkıntı zirveden aşağıya bırakılmış kar tanesi gibidir. Yuvarlandıkça büyür, bir çığ misali üstünüze düşer. Altında ezildiğiniz bu sorunlar sizi işin içinden çıkılmaz halde çözümsüz bırakır. Hatta daha bilindik, hepimizin mutlaka yaşamış olduğu bir örnek üzerinden gidelim; Diyelim ki soğuk aldınız, grip oldunuz. 1 haftalık dinlenme, güzel beslenme, vitamin takviyesiyle atlatacağınız bu hali eğer umursamazsanız ne olur? Rahatsızlığınız ilerleyeceği için ilaç takviyesi ve doktor kontrolünde daha uzun süren tedavi görmek durumunda kalırsınız. Tam da bu örnekteki gibi vücut nasıl ertelemeye gelmiyorsa ruhunuz da ertelemeye gelmez.
Direnç sebeplerimizden bir diğeri de Bilgi eksikliği! Çünkü psikolog, psikiyatr, rehberlik ve psikolojik danışmanlık mesleklerine yönelik kulaktan dolma bilgilerle hayatımıza devam ediyoruz. “Sıkıntı mı konuşunca ne olacak, o bana ne yapabilir ki, oturduğu yerden ahkam kesmesi kolay, ilaç kullanırsam bağımlı olurum, falanca gitmiş hiçbir işe yaramamış…” gibi uzayıp giden cümleler bizi destek alma sürecinden uzaklaştırmakta. Oysa hiçbir meslek grubu kendisine destek almaya, tedavi olmaya gelen bir danışanına/hastasına zarar verecek müdahalelerde bulunmaz.
Yine yardım alınan kişinin mesleki yeterliliği de çok önemli bir detay. Özelikle alandan mezun olmamış, çeşitli sertifikalarla danışmanlık, terapi hizmeti verdiğini iddia eden kişilerden alınan yetersiz ve yanlış uygulamalar insanların “gittik de ne oldu, kafana takma dedi gönderdi” vb cümlelerle ruh sağlığı alanından uzaklaşmasına sebep oluyor. Bu yüzden görüşme yapmak için başvurulan kişilerin yeterliliklerini belgeleriyle görmek ve yaşantıları işin ehli olan insanlara teslim etmek istenilen sonuçlar almak için olmazsa olmaz.
Tabi ruh sağlığı alanında çalışanlara da büyük görevler düşüyor. Öncelikle destek almak için başvuran kişilerle güven odaklı iletişim kurmak, gizlilik ilkesine sadık kalmak, duygu ve düşüncelere eğilerek empatik yaklaşmak, verilen önerilerin bireylerin kültürel dokularına, aile yaşantılarına, gelenek göreneklerine uygunluğunu iyi analiz etmek gerekiyor. Anlaşıldığını, yargılanmadığını hisseden her ruh/her kişi kapılarını ardına kadar açmasa bile mutlaka aralar.
Bundan yıllar önce yani dede ninelerimizin zamanında insan evladının yegane ihtiyacı ,başında tüten bir ocağının olması ve çoluğunun çocuğunun karnını doyurmaktı. Değişen, sözüm ona gelişen dünyamızda ise artık bin bir türlü ihtiyacımız var. Daha iyisi olmak adına çabaladığımız bu dünyada sadece bedeninizin ihtiyaçlarını karşılayıp mücadele içinde olan ruhumuzu göz ardı edemeyiz.
Ruhunuzda grip olabilir. Lütfen ihmal etmeyin. Son cümlemi Mevlana’nın benim için çok kıymetli olan bir sözüyle kapatmak istiyorum. “Ruhların alçalması, bedenin yüzündendir. Bedenlerin yücelmesi, ruhlardandır”
Bir sonraki buluşmaya kadar sağlıkla, huzurla, mutlulukla kalın..