İnsan sosyal bir varlık olduğundan dolayı birlikte yaşam kültürünü de oluşturmak zorundadır. Farklı dili konuşan, farklı dinlere inanan ve farklı renkteki insanların bir arada barış içerisinde yaşama iradesi, insan topluluklarının kültürel gelişiminin en önemli göstergelerindendir. Son dönemlerde ülkemizde, dünyanın farklı bölgelerinden gelen insanlarla yaşarken, kültürel gelişimin zenginliğinden çok, örtük ya da direkt şiddet içeren ve ötekileştirici bir dil kullanmaya başladık. Peki bunu nasıl yapıyoruz? Bireyin sahip olduğu biyolojik ve kültürel farklılıklara olumsuz anlamlar yükleyip, günlük yaşamımızda bu farklılıkları bir tehdit unsuru olduğunu algılayarak ötekeleştirmeye başlamış oluyoruz. Cinsiyet, yaş, zekâ, din, etnik köken, yaşam tarzı, dünya görüşü gibi farklılıklar da ötekileştirmeye davranışımızı tetikleyebilirler. Böylece, kişi sahip olduğu bireysel ve kolektif kimliğine olumlu yükleme, karşısında konumlandırdığı ötekilere olumsuz yükleme yaparak kendi kimliğini daha değerli kılmaktadır. Ötekileştirme, kendinden farklı gördüğü diğer insanları aşağılama, değersizleştirme ve düşman haline getirmektir. Bu da üç temel adımda gerçekleştirilir. Birinci adım en ilkel savunma düzeneklerinden olan “bölme”dir. Ardından değersizleştirme ve ahlaki dışlama gelir. Günlük yaşamımızda ötekileştirme davranışlarının ortaya çıkmasını tetikleyen psiko-sosyal süreçler arasında önyargılar, kalıp yargılar ve ayrımcılığın önemli bir etkisi vardır. Önyargı, kalıp yargı ve ayrımcılığın hedefleri toplumda yaşayan dezavantajlı gruplardır. Din, cinsiyet, yaş, yaşam tarzı, engellilik gibi azınlık kategorileri ayrımcılık, kalıp yargı ve önyargı faktörleri ile en fazla ötekileştirilen gruplardır. Irksal bilinçdışı kendini açığa vurup, ayrışıklıktan aynılığın (heterojenite homojenite) içinde eriyip gider. Bunun sonucunda da bireyden bireye değişen ruhsal üstyapılar yok sayılarak, işlemez duruma getirilir, bireylerin tümünde homojen özellik gösteren bilinçsiz altyapı ortaya çıkar. Konuşurken çoğumuz, “Ben herkesi kabul ederim ancak…” dedikten sonra aslında kelimelerin arasına örtük olarak yargımızı da eklemiş oluyoruz. Kendinizde ne kadar ön yargı ile ötekeleştirme var bir bakın bakalım? Levhalarda İngilizce yazı görünce ne hissediyorsunuz? Bu yazılar Arapça olunca önceki hissiniz ile aynı mı, değişti mi, değişti ise nasıl bir hisse dönüştü? İş yerinde takım elbise ile gördüğünüz arkadaşınızı, dışarda renkli kıyafetler, kulağında küpe ile gördüğünüzde ilk karşılaşmadaki his ile sonraki arasında nasıl bir değişim var? Ötekileştirmeyi kişiselliğe indirgemek, kişinin penceresinden bakıp kişisel çapta yapılacaklarla önüne geçmek mümkün değil gibi gözükse de yazar Amin Maalouf’un, ”Çıraklık çok erken, daha bebeklikte başlar. İsteyerek ya da istemeden çocuğun ailesi onu biçimlendirir, oluşturur, ailevi inançları, adet ve alışkanlıkları, davranışları üzerinde uzlaşılmış kuralları, elbette anadilini ve daha sonra korkuları, emelleri, ön yargıları, kinleri ve daha başka aidiyet ve ait olmama duygularını ona aşılar.” sözü ailenin eğitimiyle bunun dönüşebileceğine işaret etmektedir.. “Kendini izah etmek zorunda olmadığın yer yurdundur” diyerek hepimizin kendi olarak yurdunu bulabilmesi umuduyla…