Bugün, çok da dile getirilmeyen bir konu hakkında zihnimde oluşan düşüncelerle klavyenin başında buldum kendimi… “Artık herkese yük oluyorum, her yerim ağrıyor, Allah canımı alsa da kurtulsam” diyen birine ne dersiniz? Artık bunları söylemeye başlayan yaşlı ebeveynlerinize nasıl destek verebilirsiniz, bir fikriniz var mı?
Yaşlılara karşı bir eşduyum ve empati geliştirmek yerine onlara hemen bir tanımlama ve kategorize etme durumuna geçiyoruz. “Onlar yaşlı”, “artık onlardan geçti” gibi ifadeler kullanıyoruz... Yaşlı ne demek? Biyolojik yaşlanma mı, yaşı ileri olan mı? Kronolojik yaş denildiğinde doğal olarak takvim yaşı aklımıza gelmekte… Dünya Sağlık Örgütü ise 75 yaş ve üzeri kişileri yaşlı olarak kabul etmektedir. Direkt yaşlı kavramı için net bir tanım oluşturamazken, yaşa mı vurgu yapmalıyız yoksa yaşanan duruma mı? Özellikle yaş almış bireylerde bir hastalık varsa, hastalığa odaklanacağımıza, hastaya odaklanıyoruz. Mesela, “Annem çok yaşlı, hasta dışarı çıkmasın, zaten kulağı iyi duymuyor, inatçı, devamlı kavga ediyor“ gibi hep bir tanımlama içinde buluyoruz kendimizi. Bu durumda iletişimin, eşduyum ve empatinin önüne geçiyor.
Bir kişinin kendisini bir başkasının yerine koyabilmesi ve bu yolla onun duygu, düşünce, tutumları ve yaşantısını anlayabilmesi, eşduyum olarak tanımlanmaktadır. Eşduyum, bir yetenek olarak kabul edildiğinden öğretilemez ancak eğitim verilerek bireylerde bulunan eşduyum kurma yeteneği geliştirilebilir. Yaşlı ebeveynlerimize karşı eşduyum yerine kendi tanımlamamızı yapınca, onları ötekeleştirerek yok saymış oluyoruz. Onların yaşlılıklarından, mızmızlanmalarından, unutkanlıklarından bahsediyoruz. Onlar kendilerini nasıl hissediyor, bunu kendimize hiç soruyor muyuz?
Bir yaşlı sinirlendiğinde “O zaten hep böyleydi” diyoruz. Çocukların gelişim dönemindeki gibi, yaş alırken de oluşan bazı dönemsel durumlar olabileceğini biliyor muyuz (demans gibi…)? Böyle davranarak onu daha çok anlamamış oluyoruz. Oysa, duygularını ya yüksek yaşıyor olabilir ya da tahammülü azalmıştır. Aslında aynı şeyi kırk kere yaşadığında sabrın azalması gibi bir şey bu.
Çoğunlukla yaşlılarımızın ağzından yorgunluklarını, bitkinliklerini, üzüntülerini duyarız. Bunları duyduğumuzda üzüldüğümüz için acıma duygusu oluşur. Mesela, “Benim gördüğümü kimse görmedi, çok çektim, tam safa süreceğim sırada bu hastalık beni buldu, her yerim ağrıyor, keşke ölsem, Allah benim canımı alsa da kurtulsam.” diyen birine “Boşver şimdi, bunları konuşmayalım.” ya da “Bu hayat çekilmez bence de, gel senle bir yürüyüşe çıkalım, yemek yiyelim, çay içelim” diyerek konuyu anlamamakla birlikte, çok da farklı bir noktaya taşırız. Aslında bize ne anlatmak istediğini hiç düşünmeyiz, yaşadığı üzüntüyü yok sayarak onu daha da yalnızlaştırırız.
Peki ne yapmalıyım?
Onda gördüğün duygu ve isteği anlayabilmek için duygusunun aynalaması yapılabilir. Örnek vermek gerekirse, “Anne, canının yandığını görüyorum, kalmak ve yürümek isteğini anlıyorum, canın sıkılıyor, fark ediyorum, hep aynı şeylerin olması seni sıkıyor, değil mi?” gibi aynalama yapınca, artık sizinle bağ kurma için kapı aralamış oluyorsunuz... Öfkeliyse bile sizinle bir temas kurar. Aynalamanız duygusu ve isteğini karşılık geldiyse, “Evet” der bize, veya “Hayır canım ondan değil” diyerek gerçek duygusunu açar.
Can Yücel, “Sevdiğin Kadar Sevilirsin” başlıklı şiiriyle yukarda anlattıklarımıza vurgu yaparken sınır koyuyor gibi gözükürken ufkumuzu nasıl açacağımızı şu dizelerle anlatıyor;
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın…
…..
Diyerek bize tekrar nefes aldığımız kadar hayatta olduğumuzu hatırlatırken, yaş alanların kalbinin attığını ve nefes aldığını unutmadan onlarla bağ kurabilmemiz dileğiyle…