Deniz küçük kımıldanışlarla günü tamamlıyordu. Kadın güneş batarken aydınlıkla karanlık arasında kalan ufuk çizgisine dalmıştı. Ruhu dinmek bilmeyen fırtınalara sonsuz huzurla cevap veriyordu. Çatışma, belirsizlik, dinginlik, eylemsizlik. Birbiriyle alakası olmayan ne varsa benliğinden taşıyordu.
Bunca yıl sonra dinlenmeye ihtiyacı olduğunu keşfetmek onu üzse de takılmak istemedi. Ne de olsa bulmuştu.
Yine de bir yanı “ah keşke daha erken, çok daha erken” demeden edemiyordu. Bir martı önünden süzülerek geçti. Oysa buralarda martılara rastlanmazdı. Mesaj mıydı şimdi bu? Neden olmasın dedi olumsuz düşünceleri kovaladı.
Kadın ayaklarını sallayarak oturduğu kayalığın dibinden mücadele ettiği yılları anımsadı. Sürekli seçim yapmak, yaptığı seçimlerin sonuçlarına katlanmak, koşmak, ulaşmak, yeniden koşmak, durmaksızın koşmak. Yorgundu, tarif edemeyeceği kadar yorgun.
Başarının büyüsüne kapılmış, çevrenin yüreklendirmeleriyle hep daha fazlasına odaklanmıştı.
Birçoklarının özendiği hayata sahip olmak mutluluğu peşinden getiriyor muydu? Artık emin değildi.
Araf ne güzel anlatıyordu böyle yaşantıları..
Bu küçük hikaye hepimize ait değil mi? Koşuyoruz, kararlar alıyoruz, çabalıyoruz.. Günün sonunda sözüm ona sükselerle avunuyoruz.
24 saatin içinde durmaya, ara vermeye, eylemsizlik içinde kalmaya, ruhumuzla hem hal olmaya ihtiyacımız var. En özgür hissettiğimiz zamanları arayalım gün içinde, o anlara yerleştirelim kendimizi. Belki 5 dakika belki 15 belki birkaç saat.
Kriterlerden uzak, olması lazımlardan arınmış, sevabıyla günahıyla öz şefkate davet edelim duygularımızı, düşüncelerimizi, bizi.
Yorgun ruhlarımıza nefes aldıralım hem de en kabul noktasından..