Fırtına kendi kapımızı çalana kadar, acı bizi dövene kadar başka evler, başka canları görmeyiz, duymayız. Ya da görmek ve duymak istemeyiz. Oysa hangi eve fırtına uğramıyor ki, hangi acı bizi yoklamıyor ki...
Bugün altı Şubat. Mecazi anlamda değil, gerçekte birçok evin en büyük fırtınayla karşılaştığı en acı gün. Sabah bir çoğumuz için hiç açılmadı, bir kısım ise hiç açılmasın istemiştir kesin.
Halâ izleri taze, uzun süre de öyle olacak. Unutulur mu? Unutulmaz elbette. Alışılır mı peki? İnsan bu, o her şeye alışır. Maalesef. Çünkü bu huyuyla bir çok hataya, yanlışa yine açık kapı bırakmış oluyor.
Deprem değil, beton öldürür. Her sene ezbere biraz da öylesine söylediğimiz bir cümle. Çöpü halının altına süpüren pasaklı ev sahibi gibi yine hataları, Yanlışları bir yerlere saklıyoruz. Bir iki kişi ceza alacak ve bu iş kapanacak. Öyle mi?
Bu topraklar zaman zaman depremle Sınandı ve sınanacak. Ders çıkarmak yerine biz siyasi sohbetlerin içerisinde boğulmaya devam ediyoruz. Yardım gönderenler dahil partiye göre muamele etmeye çalışıyor. En sade vatandaştan başlayarak hem de... Ne acı, ne acı...
Balığı denize at devri bitti. Mertlik bitti, dostluk bitti, hatır bitti. Demek ki biz de bitmişiz. Üzgünüm, bu defa umut benim kapımdan da biraz uzak düşmüşe benziyor. Manevi depremler sarsmış olabilir, geçer yahu demeyi çok istiyorum. Ama bir tek benim kapımı ve camımı çalmıyor o Umutsuzluk. Kara bulut misali üzerimizde. Yine de gök mavisi göz kırptığı sürece iyi bir şey için bir kıvılcım yetecek.