Milletlerin tarihinde dönüm noktaları vardır.Bazen var olmak ya da yok olmak kavramlarının birbirine en çok yaklaştığı zamanlar ,anlar olur.İşte bu kriz anlarından birisi de hiç şüphesiz bağımsızlık adına,milli egemenlik adına çıkılmış olan ve milletçe verilmiş olan ,milli mücadele dönemidir.Sebebi vatanın bütünlüğünün,milletin istiklalinin tehlikede olması,vatanın işgal edilmesi,orduların terhis edilmesi,silahlarına el konulması,geleceğine kast edilmesi ,bu çok açık.Önderi ise; hiç şüphesiz hakkı ve hukuku ödenemeyecek olan Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Millete ruh ve şuur veren ,olan olayları tafsilatıyla beraber milletine anlatan ve milletinin tarihine adeta link atarak ,atıfta bulunarak “Sen bunu tarihte de başardın, bunu yine başarabilirsin ,muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” ikaz ve teşviki ile milletinin önüne düşmüş ,Samsun’dan önce kendini, silah ve yol arkadaşlarını hazırlamış,Samsun’dan sonra da milletini bu yola kanalize ederek,Samsun’dan başladığı bu kutlu mücadeleyi İzmir’de sona erdirmiş ve sonrasında da bu askeri zaferlerini siyasi ve ekonomik ve sosyal vb alanlarda taçlandırmak suretiyle milletini yapabildiği kadar yeniden ayağa kaldırmış ulu önder sıfatını sonuna kadar hak etmiş bir liderden bahsediyorum.Bunu ropötaj yaptığım ,Çanakkale ve Kurtuluş savaşı gazileri ve onların evlatlarından ve televizyonlarda yayınlamış onlarca belgesel ve röportajdan edindiğim ve ortalıkta dolaşan ,aslı astarı olmayan pek çok muhalif görüşe cevabi bir yazı olarak yazdığımı belirtmem büyük bir hakkın teslimi ve ilanı olacaktır.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu kutsal isyanı,bu Anadolu ihtilalini başarabilmesinin hiç şüphesiz en önemli nedeni milletine olan güveni ve samimiyeti idi.Bir tarih öğretmeni olarak demeliyim ki;o dönemde Atatürk eşiğinde vatanperver ve milletperver çok az insan biliyorum.Onlar da zaten milli mücadeleyi omuzlayıp götüren civanmert ve diğergam olan yüksek ruhlu insanlar. Çanakkale savaşındaki kahramanlıkları milletinin diline destan olmuş ,”Hadi bakalım ,memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar ,gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulundular,hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid ettiler,memleketin bütün kaleleri zapt edildi,bütün tersanelerine girildi ve millet fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düştü.O halde iş başa düştü.Ben ne zamandan beridir bu dertlerin ızdırabı ile yaşıyorum.Senin hür ve müreffeh ve dünya dengelerinde hak ettiğin yeri yeniden alman için kendimi çocukluk yıllarımdan beri yetiştiriyor ve bugüne hazırlıyorum,katılmadığım savaş,yara almadığım yer,uyku görmediğim gece kalmadı.Ne olur son bir gayret ve yardımla yanımda olun.Düşün arkama da ,Türk’ün gücünü dünyaya gösterelim “ dediği o sıkıntılı günlerde ,güvendiği milleti güvenini boşa çıkarmamış ,sonradan Ata diyeceği asrın askeri ve siyasi dâhisinin arkasına düşmüş ve Türklüğün izzet ve şerefini,onur ve namusunu,özgürlük ve geleceğini kurtarmıştı.
Millet adeta yeniden doğmuştu.Paşa milletinin üzerindeki ölü toprağını silkelemiş ve ayağa kalkmasına vesile olmuştu.Barış zamanı bir gün Atarük’e soracaklar.”Paşam iyisiniz hoşsunuz da ,sizin doğum tarihiniz ne zaman.Biz bilmiyoruz.1881 doğumlu paşa ;”Neden 19 Mayıs olmasın?” diyecekti.Bu şu demekti.Milletimin yeniden özgür olarak doğuşu 19 Mayıs’tır.Milletim doğmamışsa beni de yok sayın ama milletim doğmuşsa ,O’nun doğum günü benim de doğum günümdür demek istemişti.Milletinin kaderiyle kendi kaderini bütünleştiren,örtüştüren ve bir tutan bir kişi ancak ulu önder olabilirdi.Milletinin derdiyle dertleniyor,geceleri gözüne uyku girmiyor ,kendisini çocukluk ve öğrencilik yıllarından beri yetiştiriyorsa işte O hem lider olabilir hem de milletinin kalbinde kahraman olarak ilelebet kalabilirdi.

I.Dünya savaşı hiç de hayal etmediğimiz bir şekilde bitmiş,dört sene boyunca karlı tepelerde ,kızgın çöllerde, dağ bayır per-perişan olmuş ve milyonlarca şehit ve gazi vererek Anadolu’ya geri çekilmiş ve Anadolu’yu da çok görerek geldiğimiz yere ,Asya’nın ortalarına geri gönderme hülyası ve hayali ile son hamlelerini yapıyordu işgal güçleri.Mondros’un özellikle 7.&24.maddeleri bizim için tam bir ölüm fermanı idi.Tamamen keyfi bir işgal ortamı sağlıyordu .Memleketi işgali açık hale getiriyordu.Atatürk en son görev yaptığı ve Mondros imza edildiği zaman orada olduğu Suriye –Filistin cephesinden anlaşma gereği İstanbul’a geri çekilmiş idi.Adeta burada da rahat durmayan Paşa,bir taraftan padişahla iyi geçiniyor ve diğer taraftan da İtilaf devletlerini uyandırmadan ,silah arkadaşları ve milletiyle birlikte kurtuluş planları yapıyordu.Şişli’deki o meşhur ev,İngiliz gözetimi altındaki o ev, bütün bunlara şahitti.Padişah ile dört defa görüşecek ,kendisine güçlü yetkiler verilmesini sağlayacaktı.Makam ve mansıp sevdasıyla elbette bunu yapmıyordu.Kafasındaki milletinin kurtuluş planlarını ancak bu şekilde hızlı ve kolay gerçekleştirebilirdi.Bir gün annesi para isteyince ,”Evdeki halıları satın anne” demesi ve elindeki milletinin parasından tek kuruş vermemesi her şeyi açıklıyordu.Bir komutana istimbotta söylediği söz tarihe geçecekti.”Geldikleri gibi giderler”.Bunun gerçekleşmesi için bir yandan Bandırma Vapuru’na komutan ve asker seçiyor ,bir yandan da levazımat için gerekli tedbirleri alıyordu.Kendisine lazım olacak olan,atlar,arabalar,paralar vb her türlü levazımat verilmişti.Tabi Anadolu’ya özellikle Doğu Karadenız’e bir Türk yetkilinin gelmesini işgalci İngiliz de istiyordu.Gelsin, burada taşkınlık yapan Türklerin elindeki silahları toplasın ve bölgeyi sancısız bir şekilde işgal edebilmesinin yolunu yapsın istiyordu.Elbette Mustafa Kemal’in gelmesini istemiyorlardı.Padişahla olan eski hukukunu da kullanarak kendisini bu Vapura bineceklerin en başına yazdırıyor.olmayan ve terhis edilen ,dağıtılan 9.orduyu kağıt üzerinde yeniden kurduruyor,kendisine tahsisat çıkartıyor ve padişahtan sonra müthiş bir yetkiyle hareket ediyordu.İngilizler bundan çok şüphelendiler.Padişahın listesini onayladılar.Lakin takip etmekten de geri durmadılar.Padişah da Anadolu’da işgallere karşı kullanabileceği,barış antlaşması öncesi elinde koz olarak kullanabileceği bir askeri teşekkül istiyor idi.Ama hayalperestlik idi.Tam bağımsızlığa gitmedikçe her yol yanlıştı.Üstelik paşanın kafasındaki düşünceler çok farklı idi. MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK,MİLLİ MÜCADELE,MİLLİ BAĞIMSIZLIK VE MİLLİ EGEMENLİK.Bütün bu düşüncelerini gerçekleştirebilmek için 1000 (3.5 yıl) gün sürecek bir mücadeleye çıkıyordu.
ASKERİ POSTA GEMİSİ PANDERMA…
Vapurda 72 kişi vardı.48 ‘i asker idi. Komutan ve erat. Bu komutanlar çeşitli sınıflardan ve seviyeden idiler.Bazıları bir bağımsızlık savaşına başlayacaklarını elbette biliyorlardı.Bazıları ise sadece görev icabı gittiklerini düşünüyorlardı.Zira bütün gayretlerine rağmen istediği kadro tam bu değildi.Kaldı ki vapura binemeyen diğer yüzlerce subayı gizlice Anadolu’ya çoktan göndermişti.Üç gün süren sıkıntılı bir yolculuktan sonra Samsun’a varılıyor.Hatta o kadar ki ;İngiliz takibatından dolayı Sinop’a bile çıkmak gündeme geliyor.Askeri bir posta gemisi olan Bandırma,zamanla satın alınmış eski ama bakımlı bir gemi idi.Panderma adı değiştirilmiş ,Bandırma yapılmıştı.Savaş mecbur olmadıkça cinayettir şiarına inanan Mustafa Kemal Paşa büyük bir savaşa hazırlanıyordu. Mecburdu ve tarih bu sorumluluğu üzerine yıkmıştı.300 senedir şanına yakışmayacak bir şekilde geri çekilen ,Balkan gibi bir vatanı kaybeden bu millete ,elindeki son toprak parçası olan Anadolu’nun da göz göre göre kaybedilmesini reva göremezdi.Bu kutlu düşüncelerle ,kutlu deniz yolculuğu Samsun’da bitti.Kendisini karşılayanlar arasında bir de kadın vardı.Ve içinden şöyle diyordu belki de.Evet başarıya ulaşacağız.Kadının sahiplendiği hiçbir dava başarısız olamaz.Bölgeyi gezen paşa raporları hazırlamış , hiç de istendik şeyler söylememişti.Artık paşa amacını açık etmeye başlamıştı.Pontus Rum hayalleri ile katledilen Türkleri,İngiliz gemileriyle taşınan Rumları ve işgalcilerin emellerini bir bir anlatıyordu.Havza,Amasya,Erzurum,Sivas ,Ankara ve en nihayet savaş dönemi.Ve sonuca başarıyla ulaşılan bir serüven.

MEHMET KADAĞAN…
Atatürk Bandırma vapurundaki herkesi tek tek tanırdı.Özelliklerini bilirdi.Genelde bahriyeli olan ama kendisi bahriyeli olmayan Alanyalı Kerim oğlu Mehmet de görevliler lisesinin 13.sırasında idi.Alanya’dan Kadağanlar sülalesinin bir ferdi idi.Galiçya cephesinden sonra İstanbul’a gelmiş idi.Bandırma vapurundaki görevini söyledikleri zaman hemen vapura atlayacaktı.Atatürk’ün hemen yanı başında ve hizmetinde idi.O kadar hızlı ve düzgün yapıyordu ki görevlerini ,Atatürk O’na.Ateş gibisin Mehmet.Maşallah.Bundan sonra senin adın ATEŞ MEHMET olsun diyecekti.Ömrünün sonuna kadar hatta ailesi ,çocukları ve torunları da bu sıfatla çağrılır olacaktı.Ateş Mehmet’in torunu,Ateş Mehmet’in oğlu diyeceklerdi.Kazım Dirik, Bandırma vapurunun komutanı idi.O’nunla da arası çok iyi idi.Samsun’ a çıktıktan sonra Atatürk’ten ayrılmayan Ateş Mehmet ,İzmir’in kurtarılmasına ve düşmanın denize dökülmesine kadar görevini yapıyor.Cepheden cepheyi soran yiğitlerden.Savaş sonrası kendisine maaş ve madalya teklifi yapsalar da ,bunu bir menfaat sağlama olarak addeden Mehmet Kadağan elbette kabul etmeyecekti.O şunu çok iyi biliyordu.Barış zamanında memleketin her türlü nimetinden hissedar olmak kadar,savaş zamanında da külfetini çekmek sorumluluğu ve mecburiyeti vardı.
Savaş sonrası Atatürk Ankara’dan başka başka ufuklara yelken açmışken,onbinlerce Kurtuluş Savaşı gazisi gibi de Mehmet Kadağan hayatına kaldığı yerden devam ediyordu.İzmir’in Tire ilçesinde yaşamına devam etme kararı alıyor.Orada çok büyük bir çiftliğin sorumluluğunu veriyorlar kendisine.Ancak at ile sevk ve idare edilebilen büyük bir çiftlik.Burada eşi Fatma hanımla evleniyor.İki oğlu oluyor.Orhan adındaki oğlundan da iki torunu oluyor.Sağolsun bana kaynaklık eden kişi de oğlunun oğlu ,emekli Fizik öğretmeni Mehmet Erdal Kadağan beyefendi.Ateş Mehmet çok bahsetmezmiş savaş yıllarından.Anlattıkları belki bütün harbin çok küçük bir cüz’ü idi.Genelde öyle bir anlayış vardı o dönemlerde.Hele hele madalyaya çok sıcak bakılmazmış.Tabi madalyaya yüklediğin manaya göre bu anlayış değişebiliyordu.Kabul edenlerin de pek çoğu o günlerin anısını yaşatmak adına kabul ediyordu.Bir gözü hafif kısık olan Ateş Mehmet’e neden diye soranlara Galiçya cephesinde sürekli nişan alma durumunda kaldığını ve o nedenle gözünün kısık kaldığını anlatırmış.İzmir’ e sonradan paşa olan Kazım Dirik vali olunca ,Tire’nin kurtuluşu etkinliklerinde yanına çağırıyor.Herkese yer tahsisatı yapıyoruz.Sana da yapalım deyince kabul etmiyor.Elbette aynı ruh ve şuurda olmayan arkadaşları bu tutumunu anlamakta zorlanıyorlar.Paşa İzmirlilerin sevdiği bir vali imiş.Öyle ki Yunan’ın yakıp yıktığı İzmir’i ihya eden vali paşa olmuş adeta. Her yeri imar ve iskan etmiş.Hatta her yere yaptırdığı çeşmeler o kadar hora geçmiş ki ,bu çeşmelere Paşa Çeşmesi denir olmuş.Ve hala faalmiş.
ALANYA’YI UNUTMUYOR.
Her Alanyalı Alanyayı çok sever ve yerine şurasını koydum demez.Antalya’ya gitse bile iki saatlik bu mesafeyi ,hatta yaylaya gitse bile bu uzaklığa zor katlanır ve kaleyi görünce içinden bir oh çeker.Bu her dönem böyle olmuştur.İşte has bir Alanyalı olan Kadağan ,her sene özellikle kış aylarında Alanyasını ve akrabalarını ziyarete geliyor.Bu bütün yaşamı boyunca sürüyor.Belli ki Alanya da çok sevmiş Ateş Mehmet’i,sonsuz istirahatgahı olmuş .26 Haziran 1943 yılında Alanya hükümet konağı yanıyor.Ateş Mehmet de o dönemde Tire’de işinin başında.Gelemiyor haliyle.Herkes nüfusa gidip yeniden kütük oluşturuyor.Bazısı farklı soyad alıyor.Bunlardan birisi de kendi öz kardeşi.Şengül soyadını alıyor.Elbette Kadağan soyadına devam eden kardeşleri de oluyor.Kendisi sonra Tire kütüğüne kaydoluyor.Ama yine Alanyasını bırakmıyor.Ziyeretlere devam ediyor.Son gelişinde 1965 yılında yeğeni kendisine bir mektup yazıp eline veriyor.Birbirlerini Allah’a emanet ettikten sonra Ateş Mehmet Alanya’dan ayrılıyor.Antalya’da Tire otobüsüne binmek istiyor .Ama bir gün sonraya kalınca oradaki bir otelde kalıyor.Yatış saatine çok olunca Karaalioğlu parkına gidip banka oturuyor.İçtiği gelincik sigarasının kağıdına otelin adresini yazıyor.Bu arada emr-i hak vaki oluyor ve kalp krizinden vefat ediyor ve o iftihar dolu yaşamı sonlanıyor.Çevreden koşup gelenler müdahale etse de nafile oluyor.Cebinden çıkanlardan otelin ve Alanya’nın adresi bulunup iletişime geçiliyor.Alanya’dan gidenler akrabalarını alıp buraya getiriyor ve Kale yamacındaki mezarlığa tevdi ediyorlar.Yaklaşık 60 yıldır oracıkta sessizce yatıyor.2006 senesinde Oğuz Korum aileye ulaşıyor ve hem Cihan savaşı hem de Kurtuluş savaşı kahramanını tanıtıyor.Allah’tan kendisine rahmet diliyorum.Vatan sathında yaşayan her bir vatandaşın üzerinde hak sahibi olan bu kahramanımızı unutmamanızı salık veririm.En azından Kale yamacındaki mezarına gidip bir dua ile ruhunu şad etmenizi istirham ederim.
Bir başka konuyla “Geçmişten Geleceğe Alanya”nın tarih koridorlarında dolaşmak üzere şimdilik esen kalın.