Kentlerin marka yönetimleri rastgele, günlük olmaz. Kentleri yönetenler ya da kentlerde ki karar vericiler bir araya gelir. Bunlar, belediye başkanı, kaymakam, ticaret ve sanayi odası, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri. Kentle ilgili 5-10-15 yıllık bir projeksiyon ortaya koyarlar. Kentle ilgili hedefler ne ise kararlılıkla uygulanır.
Bazı kentler, daha çok nüfus, bazı kentler daha çok yatırım, bazı kentler daha çok ziyaretçi çekmek ister. Siyasi partiler ve yönetimler değişse bile ortaya konulan hedefler ve vizyon değişmez. Elbette, bu çoklu işlemin çarpanı her zaman o kentte yaşayan halktır. Kentin gerçek sahipleri uygulanmak istenen politikaları benimsemez ise hiçbir hedefin başarıya ulaşma şansı olamaz. Dolayısıyla karar vericiler ve yerel halk uygulanabilir ve sürdürülebilir politikalar etrafına kenetlenmelidirler.
Genelden özele doğru gidelim. Bir marka şehir uzmanı olarak. Objektif olarak.
Türkiye’de herhangi bir turizm kasabasının çevre ile ilgili bugüne ve gelecek 5-10 yada 15 yıla ilişkin ait planlaması var mı?
Çevre demek sadece ot-purç yada evin dışı değildir.
Yeşilin korunması, su kaynaklarının dikkatli kullanılması ve korunması, kentteki araç trafiğinin azaltılması, ulaşımın yeşile dönmesi, kentin orjinalitesinin korunması, betonlaşmanın önlenmesi, doğal yaşam alanlarının ve doğal hayatın korunması, bisiklet kullanımın teşvik edilmesi, yatay mimarinin teşvik edilmesi, turizm tesislerinin yeşil turizm politikalarını uygularının teşvikleri vs.
Bunlardan en önemlisi insanlara çevre bilincinin kazandırılması ve elde var olan kaynakların sonsuz olmadığını anlatmak ve inandırmak gerekiyor.
En basit örnek, esnaf; elinde hortum günde 3 kere yolu suluyor. Halbuse elinde ki su o kadar kıymetli ki artık sular eskiden (atıyorum) 15 metre de gün yüzüne çıkarken, bugün çoğu yerde 150-200 metre derinlikte çıkıyor.
Maalesef küresel ısınmanın etkilerini artık gözle görebiliyoruz. Isınmadan en çok etkilenecek ülkelerden birisi biziz. Türkiye.
Avrupa’da bir çok şehir, kent merkezine araç almıyor artık. Yada elektrikli araçları teşvik ediyor. Kanserden korunmak istiyor. Gürültüden kaçmak istiyor.
Kopenhag ve Amsterdam inanılmaz. Yediden yetmişe, herkes bisiklet kullanıyor.
Alanya gerçeği.
Her yıl 4 milyon turist ağırlıyor.
Türkiye’de turizm denilince ilk akla gelen yerlerden birisi.
İklim, tabiat,deniz, geniş kumsallar, gastronomi ne ararsanız var.
Ancak; Turizmciler iyi bilir, eskiden mama-papa dediğimiz Alman turistler vardı. Kovsanız gitmezler, yılda en az 2 defa gelirlerdi. Bugün, o mama-papa ların çoğu bu dünyadan göç etmiş, eski Alanya’nın yerinde neredeyse yeller esiyor. Abiane tabirler eski ağaçlar kaşık olmuş. Zalim rant ve rantçılar şehri beton yığını haline getirmiş. Yeşil azalmış. Araç trafiği inanılmaz ölçüde artmış. İnsan sayısı günden güne artmış, nüfusun yarıdan çoğu mobil topluluk olmuş.
İstikamet nere ye?10 yıl sonra.
Ruhu olmayan, kimliksiz, içinde nereden geldiği belli olmayan, sırf ekmek parası bulmak için gelmiş, aidiyet duygusu olmayan kalabalıkların yaşadığı, yarım milyonluk, bir yarı tatil şehri mi olacağız?
Yoksa; Hedeflerinin koymuş, orjinalitesini korumuş, doğayla barışık, turizm marka değerini yukarılara çekmiş, ünlülerin, yazarların, çizerlerin yaşamak istediği bir turizm kasabası mı olacağız?
Tabi ki bu kentin atadan yerleşimcileri olarak burada yaşamak ve neslimizi burada rahatça yaşatmak istiyoruz.
Bu arada; Mama-papa’ların çocuklarının tatil anlayışları artık çok daha farklı. Artık aynı yere 2 defa gitmiyorlar ve gidecekleri yerleri seçerken de müşteriler tarafından yazılan eleştirilerden (customer generated reviews) yola çıkıyorlar.
Bu kentte yeni bir hikaye yazmanın zamanı geldi, hatta geçmek üzere.