Ben köşe yazısı yazmam, beceremem de esasında. O yüzden pek göremezsiniz beni. Ben şu haber yapanlardanım. Elinde kamera, sırtında çanta tiplerden. Lüks mekanlarda, BÜYÜK insanlarla gündem gıdıklayıp, klima altında bilmediğim şeyleri eleştiremedim, Avrupa’dan, Asya’dan daha gazı kesilmesse Afrika’dan örnekler vererek.
Keşke yapabilsem de olmadı be azizim. Her serin köşeyi kapmış işi bilen Üsküdarlı atlılar. Bende, ‘Eh sende bir yerden başla oğlum Engin’ diyerek oturdum bu yazının başına. Bilmediğimden çalakalem karalayacağım, af ola.
Sıkılgan okuyana son uyarı, şu soldaki virgülden sonraki gelecek noktadır.
Ben büyük büyük tespit yapamam, eğer o bir haber konusu değilse ama anlarım insandan işim gereği, analiz ederim kafamın bastığı kadar. Yıllardır hissettiğim ama son günlerde artık göze parmak gördüğüm bir durumu yazayım istedim.
Ünlü yazar, şair, senarist, yönetmen ve daha bir sürü şey Onur Ünlü’nün, ‘Ah Muhsin Ünlü’ müstear ismiyle yazdığı sözlere bayılanlardanım. Tespit demiştim ya, hah işte onlar tespit. Birinde de bir şey yazmış ki altına Alanya yazsa sırıtmazmış.
“Kimse kimseyi sevmiyor ama herkes herkesle samimi.”
Söz bu…
Sıcaktan mıdır, nemden midir bilmem ama Alanya bu cümlenin içini doldurmaya uğraşıyor son birkaç yıldır. Duruşlu insanları şöyle gölgeye aldıktan sonra, bayadır güneşte kalan kafası bulanmışlara bu sözüm.
Sosyal medya malum, herkesin atıp tutabildiği, insanların karizma, insanlık, edebiyat, bilim, sanat, siyaset, din ve vatan sevgisi kasarak üçer, beşer level atladığı bir mecra. Eh, işimiz gereği (birazda sevdiğimizden) takip ediyoruz ara sıra, bazı bazı…
Bu söylediğimde siyaseten veya böyle analitik bir söylem değil. Şayet siyasi ahkam kesecek kadar mekaniğine aşina biri değilim. Benimkisi biraz daha beşerî. İnsanlar da olmadığı, olamayacağı kabuklara girip, herkese sallama, eleştiri ve habisleşme hastalığı aldı başı gidiyor. Sosyal medya eskiden havaların atıldığı, aman Allah’ım filtrelerden un kurabiyesine dönen yüzlerin olduğu, masaya gelenin gırtlaktan önce sosyal medya duvarına düştüğü bir yerdi ki onu da Alanya ağzıyla ‘Enginleri de heç haz etmez idik.’ Şimdi ise özledik vallahi.
Şimdi insanların düşüncelerini, kimi sevdiğini, neye saygı duyduğunu kestirmek çok zor. Masaya oturur, güneşte kalmışın biri. Dişini içine çektiği havayla vıcırdattıktan sonra başlar dedikoduya. (Hiç kusura bakmayın sevgili hanımefendiler, sizin adınız var. En sağlam, en acımasız dedikodu erkek masalarından çıkıyor.)
Der ki efendi güneşin verdiği yetkilere dayanarak:
“Bila var ya engi herif cavır parasıla beş guruş etmez”
Yanındaki onaylar daha efendinin lafı masanın sonundakinin kulağına düşmeden. Beriki hatta ihaleyi görür ve artırır. Falanca zamanında yaşadığı kötü bir anısıyla pekiştirir, konuya bahis kişinin nasıl kötü olduğunu anlatırken. Sende dinlersin paşa paşa. Hatta içinden dersin o kadar insan yanılıyor olamaz. Eh muhabbet biter, akşam ezanı okunur, herkes evine dağılır. Sonra girersin bir vakit sonra internete. Bir bakarsın ki öteki, beriki ve falanca yan yana. Altında da notu var ‘Kral iyi ki varsın’
Gülsen gülünmüyor, ağlayacak bir mevzu da değil, sinirlensen sana ne? Eh eleştireyim dersen senden kötüsü yok. Boş versen gönül razı değil. Kesiliyorsun o ortamdan süt gibi bir anda. Ha o, ha bu derken insan kalmadı. Küsmeye adam bulamaz olduk.
Eleştireyim diyorum ona da sıra gelmiyor üstat. Dedim ya -te- yukarıda herkesin, ‘karizma, insanlık, edebiyat, bilim, sanat, siyaset, din ve vatan sevgisi’ konularında bölüm canavarına kadar geldiğini. Bir şey demeye kalkışmadan ‘sen kimsin’e kadar geliyor konu. Zaten Alanya’da mesleki çerçevede de eleştiremiyorsun çünkü cennet şehrimde her 5 kişiden 6’sı gazeteci.
Eskiler derdi, ‘takkeyi koy önüne adem, bir düşün bakalım neden’ diye ama onu da diyecek kadar kalmıyor konular. Çok hızlı ilerliyor. Bir bakıyorsun insanlar birden düşman kesiliyor, bir bakıyorsun kurdele de makasları tokuşuyor üç gün sonra. Akşam atıp tutuyor megabaytına zeval gelmeyesice, sabah diyor ki ‘ama ben şöyle dediler diye dediydimdi.’
Bir yapay, bir samimiyetsiz, bir o kadar da vıcık vıcık. Kimse katlanamıyor kimseye ama memleket küçük, iş düşer diye de yüz yüze bir pışpışlama. İsimsiz sallamalar, göründüğü gibi olmamalar falanı da kimsenin yediği yok ama öteki de yapıyor işte. Ne yapsın çocuk görünce de istiyor abisi.
Güneştekilerde bir ‘MIŞ’ gibi yapma sevdası, bir sahte samimiyet, bir 'kaşığım ama sor bakalım nerden çıktım' duruşu aman aman. Kavgasının naylonluğuna yandıklarım hariç, samimiyetiyle her daim saygı duyduklarıma selamlar. Yazı uzun oldu ama uyarmıştım beceremem diye. Tuttum ben bu konuyu, devamı gelir elbette. Hadi sağlıcakla.